Connect with us

Gündem

AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE DENKLEMİ…

Covid-19 pandemisi ve Rusya-Ukrayna Savaşı, Türkiye’nin jeopolitik avantajlarını iyice belirgin kıldı. Brüksel ile Ankara, bundan sonraki Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyelik toplantılarında en azından kozlar anlamında eşit pozisyonda. Tabi ki maharet bu kozları yerli yerinde kullanabilmede. İşte o yüzdendir ki; ortak akılla, dünya gerçeklerini görerek ve milli çıkarları önceleyerek politikalar üreten ve bunları hayata geçiren bir iktidara ihtiyaç var.

 

Orta Çağ karanlığını yaşayan Avrupa toplumları, aydınlanana kadar derebeylerin, kralların ve sahtekâr din adamlarının tahakkümünde kaldı. Bir dilim ekmeğe muhtaç bırakıldı, hamaset dolu birkaç sözle savaştan savaşa ve kaostan kaosa sürüklendi.

Bu kötü damar öylesine sirayet etmişti ki ruhlarına, 2’nci Dünya Savaşı’nda, yani 1940’lı yıllarda Avrupa yeniden kan gölüne döndü. Berlin, Paris ve Londra kâbus üzerine kâbus gördü. Artık bir hakikatin gereğini yerine getirmek kaçınılmazlaşmıştı. Sonunda Avrupa Birliği (AB) doğdu ve bugünlere gelindi.

AB “ÖNCE BEN” DİYOR ÇÜNKÜ…
Avrupa’da ayrılıkları körükleyen akım ve yaklaşımlar hala güçlü ve taze. Ancak gerçeklerin önüne geçerek fitne ateşini diledikleri gibi yükseltemiyorlar. AB, “önce ben” diyor. Bunu anlayışla karşılayıp karşılamamaktan öte, onunla nasıl iletişim kurulacağı ve denge noktasının çıkarlarımıza göre ayarlanabilmesi önemli. Yoksa AB’nin ikircikli tutumunun hangi boyuta varabileceğini, 1990’lar sonrasında Balkanlar’da yürüttüğü dış politikada gördük zaten. Bosna-Hersek’te Müslüman Boşnakların katliama uğramasına gözlerini yumduklarına şahit olduk.

Yazının girişini neden bu denli uzun tuttum? Ve sözü nereye bağlamaya çalışıyorum? Kısa cevabım: Uzun tuttum, çünkü bu tabloyu gözlerinizin önüne sermeden anlatacaklarım havada kalabilirdi. Şimdi enine boyuna konuşabiliriz.

2004’DE BAŞLAYAN TAM ÜYELİK MÜZAKERELERİ…
AB, günümüzde dünyanın ekonomik anlamda en güçlü yapılarından biri. NATO’nun da omurgası sayılabilir. AB’yle 2004 yılında tam üyelik müzakerelerine başlayan Türkiye, süreci neredeyse tıkadı. 2015’lerde AB üyesi ülkelere vizesiz gidebilme gündemdeyken, şimdilerde vize için kırk dereden kırk su isteniyor. AB’nin niçin böyle davrandığının gerekçeleri ayan beyan ortada. Onları sıralayarak vakit kaybetmeye gerek yok.

OLAYIN BİR DE “AMA”SI VAR…
Türkiye, AB’ye muhtaç mı? AB’nin insani, toplumsal, ekonomik ve siyasi kriterlerini karşılamak için bu birliğe üye olmak zorunda mı? Elbette hayır. Olayın bir de ‘ama’sı var yalnız. Konuyu şöyle açabiliriz: Türkiye, AB’yle ona muhtaç olduğu için değil, kalkınma hedeflerine bir an önce erişmek amacıyla iş birliğine gitmeli. Aslında burada iki yönlü çıkar öbeğinden söz edilebilir. Diğer bir tabirle, AB de Türkiye’yle iyi ilişkiler kurmaya mecbur.

NASIL BİR İKTİDARA İHTİYAÇ VAR?
Covid-19 pandemisi ve Rusya-Ukrayna Savaşı, Türkiye’nin jeopolitik avantajlarını iyice belirgin kıldı. Brüksel ile Ankara, bundan sonraki tam üyelik toplantılarında en azından kozlar anlamında eşit pozisyonda. Tabi ki maharet bu kozları yerli yerinde kullanabilmede. İşte o yüzdendir ki; ortak akılla, dünya gerçeklerini görerek ve milli çıkarları önceleyerek politikalar üreten ve bunları hayata geçiren bir iktidara ihtiyaç var.

KİLİT KELİME: AYDINLANMA…
Türkiye, potansiyelinin hakkını verdiğinde dünyanın başat ülkeleri listesinin üst sıralarına adını yazdıracaktır. Yazının başında uzun tuttuğum girişteki kilit kelime aydınlanma idi. Umarım Türk milleti, aydınlanma aşamasını kısa tutar ve önündeki engelleri aşarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hedef gösterdiği Muassır Medeniyetler Seviyesi’ne ulaşır.

 

 

 

Bizi Paylaşın
Continue Reading
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir