Connect with us

Büyük Resim

DEMOKRASİ SEÇİMDEN, HALK DA SEÇMENDEN İBARET DEĞİL…

TBMM ve medya işlevini yerine getirebiliyor mu? Öncesinde de sorunlar söz konusuydu ancak Türk Tipi Başkanlık Sistemi’nin (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi) hayata geçtiği 2018 Haziran’dan bu yana her ikisi de by-pass edilmiş durumda. Artık “demokrasi seçimden, halk da seçmenden ibaret” anlayışının bile gerisine düşüldü. Karşıt görüşlüler arasındaki irtibat tümden kesildi. Hedef ne olmalı? Tabi ki ileri demokrasi… Şeffaflık ve hesap verebilirlik yalnızca yönetsel organlarla sınırlı kalmamalı. Toplumun geneline yayılmalı. En kılcal damarlara kadar inmeli. Sorgulama kültürü bireysel boyuta indirgenmeli.

Ülkedeki bütün kilitlenmenin ve tıkanmanın arka planında “demokrasi seçimden, halk da seçmenden ibaret” anlayışı var. Siyaset oya endeksli. Sandığa gidip oyunu atmışsan, gerisine karışmaya gerek yok! Oysa en azından verilen onca vaadin gerçekleşip gerçekleşmediği takip edilmeli. İcraatlar sorgulanmalı.

Peki, bu nasıl olacak? Cevap çok kısa ve yalın: Milletin iradesinin doğrudan yansıdığı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), yürütmenin faaliyetlerini yakından izleyecek. Demokrat sistemlerdeki dördüncü kuvvet medya (basın) da özgürce ve taraf tutmadan hakikatleri kitlelere yansıtacak.

İkinci soruyu yöneltmek şart oldu. Peki, TBMM ve medya işlevini yerine getirebiliyor mu? Cevap: Öncesinde de sorunlar söz konusuydu ancak Türk Tipi Başkanlık Sistemi’nin (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi) hayata geçtiği 2018 Haziran’dan bu yana her ikisi de by-pass edilmiş durumda. Öyle ki; bir miktar olayların perde arkası irdelendiğinde ya da ufaktan ses yükseltildiğinde derhal hain suçlamasıyla karşı karşıya kalınıyor. İş öyle bir boyuta vardı ki; “seçimle iktidarı devralma gayretleri” darbe girişimi diye nitelenebiliyor. Milli idarenin altını çizenler, kendine seçmeyecek kesimlerin iradesine saygı duymuyor.

İNANÇ, DEĞER, ETNİSİTE VE İDEOLOJİLER SİYASETE MALZEME…
Artık “demokrasi seçimden, halk da seçmenden ibaret” anlayışının bile gerisine düşüldü. Karşıt görüşlüler arasındaki irtibat tümden kesildi. Fikir alışverişi, muhatabını dinleme kültürü ve tolerans rafa kalktı. Toplum mümkün olabilecek en katılıkta kutuplaştı. İnanç, değer, etnisite ve ideolojiler siyasete malzeme yapıldı. Her türlü kaba söz, tehdit ve hatta saldırı adeta meşrulaştı.

CEMAAT, TARİKAT, AŞİRET VE TOPRAK AĞALARINA “NE İSTEDİLERSE VERİLDİ!”
Evet, Haziran 2018 öncesi de sorunluydu. Ama kesinlikte bu kadar değildi. Demokrasiden hiç bu denli uzaklaşılmamıştı. Evet, çok partili sistemin hüküm sürmeye başladığı 1950 seçimlerinden beri cemaat, camia, tarikat, aşiretler ve toprak ağaları siyasetin tam göbeğinde yer aldı. Sanırım neden diye sormuyorsunuz. Çünkü cevaba yazının girişinde dikkatleri çekmeye çabaladım: Demokrasi seçimden, halk da seçmenden ibaretti. Oylar, bir türlü etkinliği kırılamayan az önce sıraladığım sosyal örgülerin işaret ettiği partilere yönlendirildi hep. Karşılığında da o yapılara “ne istedilerse” verildi.

Türkiye’de Haziran 2018’den evvel günahıyla sevabıyla demokratik parlamenter sistem işliyordu. Toplum yine kutuplaştırılıyordu. Fakat bunu sağlamak nispeten daha sordu. Halk katmanlarını bir takım provokatif eylemlerle kışkırtmak ve nifak tohumları ekmek gerekiyordu. Yargı bugünküyle kıyaslanamayacak ölçüde bağımsız olduğundan ve medya gördüğünü yazabildiğinden “gerçeklerin ortaya çıkabileceği” korkusu tezgâhçı ve kumpasçıları frenliyordu.

PARAYI VEREN DÜDÜĞÜ ÇALIYORDU…
Şimdilerde Altılı Masa ortaklarınca “güçlendirileceği” taahhüt edilen parlamenter sistem maalesef aşırı derece merkeziyetçiydi. Yerel yönetimler ana proje ve planlarda Ankara’nın onayına tabiydi. Para, Ankara’ydı. Parayı veren düdüğü çalıyordu! Milletvekili özelinde bugünkünün tam tersi yaşanıyordu. Milletvekilleri sanki Ankara’nın jandarması gibi davranıyordu. Halka hesap vereceğine, üstenci bakışlarla hesap soruyordu. Oysa esas olan milletti, onlar ise milletin vekili, yani “oylarıyla bizi anlatsın diye” görevlendirdiği kişilerdi.

Sendikalar, meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları yine bugüne kıyasla daha aktif ve güçlüydü. Ancak siyasetin işleyiş çarkları ve patronların baskısı çoğu zaman galip geliyordu. Ne yazık ki bugünkü tablo geçmişteki eksik gedikli durumu bile mumla aratıyor.

HEDEF İLERİ DEMOKRASİ…
Hedef ne olmalı? Tabi ki ileri demokrasi… Şeffaflık ve hesap verebilirlik yalnızca yönetsel organlarla sınırlı kalmamalı. Toplumun geneline yayılmalı. En kılcal damarlara kadar inmeli. Sorgulama kültürü bireysel boyuta indirgenmeli.

“TÜRKİYE, BİR MECLİS DEVLETİDİR”

Unutulmamalı ki; Kurtuluş Savaşı, 23 Nisan 1920 yılında kurulan TBMM tarafından yönetildi. Bakınız duayen siyasetçi ve hukukçu Hüsamettin Cindoruk, TBMM’nin 100’üncü yılında yaptığım röportajda bu tarihsel gerçekliği nasıl anlatıyor: “Son devletimiz çok değerli bir metodolojiyle kuruldu. Olayın içinde sivil halk, esnaf, eşraf, İttihat ve Terakki’nin dağılmış teşkilatı, herkes var. Bu hareket kongrelerden geliyor ve özünü 23 Nisan 1920’de Ankara’da ortaya koyuyor. İlk toplantının yapıldığı yer de İttihat Terakki’nin binası. 1’inci Meclis diyoruz oraya. Kongrelerden gelen kararların içinde Atatürk’ün ve hareketin başında olan mücahitlerin bir demokrasi talepleri var. Bir imparatorluk, krallık, diktatörlük, tek adam değil, halk devleti kurmak istiyorlar.

1’inci Meclis toplanıyor. 4’üncü kanun, hükümet kurmak. Meclis kendi içinden hükümet kuruyor ve onu değiştirebiliyor. O hükümet, Meclis’le beraber ordu kuruyor. Taş üstünde taş yokken, müthiş bir hadise. Sonra 1921 Anayasası’nı yapıyorlar. Devletin organları teşkil etmeye başlıyor. Devleti kuran halk hareketi bir Meclis kuruyor, onunla beraber ordu kuruyor ve o orduyla düşmanı denize döküyor. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan ediliyor, rejimin rengini, ismini Cumhuriyet koyuyor.

Bu Meclis, İstiklal Marşı’nı ve Milli Bayrağı kabul ediyor. Devletin dili Türkçedir diyor. Türkiye adını kullanıyor. Devletin kurucu maddi ve manevi unsurları ile sembolleri dahi tespit ediliyor. Zaten hep söylüyorum; bu Meclis zaten devlettir. Türkiye Cumhuriyeti devleti, bir Meclis devletidir.”

 

“ATATÜRK’ÜN DAHİ ELDE EDEMEDİĞİ YETKİLERİ BİR CUMHURBAŞKANINA VERİRSENİZ!”
Demokrasiyi benimsemiş devlet adamlarına ihtiyaç duyulduğunu ve “demlenmemiş siyasetçiden devlet adamı olamayacağını” vurgulayan Hüsamettin Cindoruk şöyle diyor: “Bugün denetim, gözetim ve denge yok Türkiye’de. Atatürk’ün dahi elde etmediği yetkileri bir cumhurbaşkanına verirseniz, o kişi insani vasıfları dışında vasıfları olduğunu düşünür.”

Cindoruk’la yaptığım TBMM nin 100. yılına ait belgeseli https://www.youtube.com/watch?v=u6h0HuIPdcU&list=PL0uDZBVKF-j-3HFKg8E-ppuQyppsfG1Fa adresinden izleyebilirsiniz. Ayrıca geniş söyleşimde Kobi Yaşam dergisinde https://www.kobiyasam.com.tr/2020/03/28/cindoruk-turkiye-cumhuriyeti-bir-meclis-devletidir/ okuyabilirsiniz.

Bizi Paylaşın
Continue Reading
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir