Connect with us

Ragıp Ertuğrul

BATI MI DAHA VAHŞİ YOKSA DOĞU MU?

Ne Batı ne Doğu! Vahşi olan biziz! Doğaya zarar veren, yeşili sevmeyen, paylaşmayı bölüşmeyi bilmeyen, paraya tamah eden, hayal kurmayan, kapitalizmin oyuncağı olmakta bir beis görmeyen, savaşların ülke için özgürlük için olduğunu sanan, sevgiyi, güveni içine hapseden…

 

RAGIP ERTUĞRUL
[email protected]

Seksenli yılların sonunda Gencay Gürün’ün genel sanat yönetmenliği zamanında yine İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tiyatroları’nda izlediğim ve büyülendiğim “Vahşi Batı” bu sezon yeniden sahneleniyor. Amerika’ya özgü bir hikâye olarak izlediğimi, oyunda geçenlerle yaşadığım çevre arasında hiçbir bağ kurmadığımı dün gibi anımsıyorum.

BUGÜNÜN TÜRKİYESİ’NDEN “VAHŞİ BATI!”
Amerikan toplumunun sosyal yapısını, aile çözümlemelerini, aile bireylerinin psikolojik durumlarıyla birlikte son derece gerçekçi şekilde sahneye taşıyan usta oyun yazarı Sam Shepard’ın popüler oyunu “Vahşi Batı”, bugünün Türkiye’sinden bakınca çok farklı görünüyor.

Aslında farklı görünen Vahşi Batı oyunu değil. Farklılaşan Doğu coğrafyasından bakınca; Batı’ya özgü sandığımız veya o günlerde gerçekten Batı’ya özgü olayların, ilişkilerin, sorunların, hikâyelerin artık ne derseniz deyin “bugün içinde bulunduğumuz coğrafyada da yaşanıyor” olması.

“GİT LOS ANGELES POLİSİNE BİR SOR BAKALIM”
Geleneksel değerlere dayandırdığımız ve yüceleştirdiğimiz aile kavramının irdelendiği bu çarpıcı öyküde; evi terk eden ve sefil bir hayat süren babalarıyla hesaplaşamamış, annelerinin ilgisizliği karşısında da çareyi kaçışta bulmuş iki kardeşin çatışmasını izliyoruz. Bu çatışmanın mutfağında parçalanmış bir aile, yoz ilişkiler, yıkılmış güven duvarları, hayaller, ekonomik çöküntü, özgüvensizlik ve bir şeylerin ardına sığınma çabası göz önüne seriliyor.
Hele ki şu repliği duyduğumuzda kendi durumumuzun da hiç farklı olmadığına kanaat getiriyoruz: “Git Los Angeles polisine bir sor bakalım, ‘en çok kimler birbirini öldürüyor’ diye. Ne derler biliyor musun? Aynı aileden insanlar… Kardeşler, kuzenler, kayınbiraderler, sıradan Amerikalılar… En çok da sıcaklar basınca… Güneşten çalıların tutuştuğu zamanlarda… Yani yılın tam bu günlerinde öldürüyorlar birbirlerini…”

KAPTALİZMİN EGEMEN OLDUĞU BİR DÜNYA
Tabii ki hepimiz kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ekmeğimizi alın teriyle ve hakkıyla kazanmak için çaba sarf ediyoruz. Peki bırakın rakipleri; canınız kanınız ailenizden biri sizin hayallerinizi, umutlarınızı, ekmeğinizi elinizden alacak hamleler içindeyse ne yapacaksınız?

HER ŞEY MADDİYATA DÖNDÜ
Kapitalizm bizleri avucunun içine öyle bir aldı ki; her şey maddiyata döndü. Özel yaşamda evlilik sözleşmeleri, mal paylaşımları, veraset davaları, miras kavgaları… İş yaşamında karşılıksız senetler, mahkemeye taşınan ortaklıklar, ipotekler, çözdürülmeyen teminat mektupları, marka değerini / itibarı / güveni /iş etiğini yok sayan sözleşme maddeleri…
Kanaatkârlık, mütevazılık, azim, itimat, liyakat, vicdan, hoşgörü, sabır, sükût, izan… Pek umursamadığımız kavramlar!

BİR HIRSTIR ALDI BAŞINI GİDİYOR
“En çoğunu en hızlı ve en kolay yoldan ben kazanmalıyım” mantığıyla işe girişmek moda oldu. Bir hırstır aldı başını gidiyor. Azmin yerinde yeller esiyor.
“En yenisi, en lüksü, en pahalısı benim olmalı” diyerek başlayan alışveriş düşkünlüğü yerini tüketim çılgınlığına dönüştürdü. Her şey maddi karşılığıyla o kadar ölçülüyor ki ne bir sevgi hissedebiliyoruz yeterince ne de bir anı yükleyebiliyoruz.

MİS GİBİ HAVAYI İÇİMİZE ÇEKMEK YERİNE…
Gitmeyi ihmal ettiğimiz köyümüzün kahvaltısını sözde şehirlerde kuyruklara girerek rezervasyonlar yaptırarak ikame etmeye çalışıyoruz. Mis gibi havayı içimize çekmek yerine sigara içecek yer aramak için başı kesik tavuklar gibi dolanıyoruz.

SOFRALARINI İHMAL ETTİĞİMİZ ANNELERİMİZ
Ziyaretine gitmeyi, sofrasına oturmayı ihmal ettiğimiz annelerimizin ellerinin lezzetini, şatafatlı bistrolarda yok ‘annemin köftesi’, yok ‘anneannemin mantısı’, yok ‘ev poğaçası’ adları altında sunulanlarda arıyoruz.

OFİSLERDE ESTETİK İÇEREN GÜZELLİKLERE YASAK
Doğa içinde var olmak ve onunla bütünleşmek varken kendimizi kapalı salonlarda, oksijensizliğe, elektriğe, ses ve görüntü kirliliğine maruz bırakarak spor yapmak için para harcıyoruz. Ofislerimizde taze havayı, gökyüzüne bakmayı, çiçeği, müziği, rengi, neşeyi… Farkındaysanız tartışmasız estetik içeren tüm güzellikleri yasaklıyoruz.

NE BATI NE DOĞU; VAHŞİ OLAN BİZİZ!
Vahşi olan ne Batı ne Doğu! Vahşi olan biziz! Doğaya zarar veren, yeşili sevmeyen, paylaşmayı bölüşmeyi bilmeyen, paraya tamah eden, hayal kurmayan, kapitalizmin oyuncağı olmakta bir beis görmeyen, savaşların ülke için özgürlük için olduğunu sanan, sevgiyi, güveni içine hapseden… Biziz!

Durmamacasına doymamacasına tüketen, tükettikçe tükenen, tükendikçe öfkelenen… Biziz!
İşte böyle; bir tiyatro oyunundan başladık söze, nerelere geldik. Tiyatro hayatın aynasıdır diye boşuna denmiyor!

Bizi Paylaşın
Continue Reading
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir