Politik - Analiz
CİNDORUK: “TÜRKİYE CUMHURİYETİ, BİR MECLİS DEVLETİDİR
Demokrasiyi benimsemiş devlet adamlarına ihtiyaç duyulduğunu ve “demlenmemiş siyasetçiden devlet adamı olamayacağını” söyleyen Hüsamettin Cindoruk şöyle diyor: “Bugün denetim, gözetim ve denge yok Türkiye’de. Atatürk’ün dahi elde etmediği yetkileri bir cumhurbaşkanına verirseniz, o kişi insani vasıfları dışında vasıfları olduğunu düşünür.”
Cindoruk, hazırladıkları Yassıada savunmasını gösterdiği Türkiye’nin en önemli hukukçularından Ali Fuat Başgil’in kendisine “Tahkikat Encümeni’ni, Salahiyet Kanunu’nu nasıl savunacaksınız? Meclis müzakerelerini yasaklayan kararın hukuki gerekçesi nedir?” diye sorduğunu ve “O ihtilal mahkemesidir. Ne söyleseniz de müdafaları kabul etmeyecek ve ağır kararlar çıkacaktır. Savunulacak tarafınız da yoktur.” dediğini ifade ediyor.
1961 Anayasası’na “darbecilere daimi senatörlük verdiği”, “idamı gerekçelendirdiği” ve “DP’lere süresiz yasak getirdiği” için hayır dediğini, bundan pişmanlık duymadığını ama bugün oyunu geri aldığını belirten Cindoruk, itiraz noktaları çıkarıldığında “Türkiye’deki en iyi anayasa metni” olduğunu dile getiriyor. Sonrasındaki demokratik gelişmelerin eklenmesiyle senato dahil onu temel alan bir anayasa yapılmasını öneriyor.
S. ŞEFİK KEMALİ SÖYLEMEZOĞLU/RÖPORTAJ
23 Nisan 2020 tarihi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) 100’üncü kuruluş yıldönümü. Türkiye’nin 100 yıllık demokrasi yolculuğu iniş ve çıkışlarla dolu. Defalarca darbe ve muhtıralarla kesintiye uğradı. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra da sistem değişikliği meydana geldi. Parlamenter sistemden “Türk tipi başkanlık” diye de nitelendirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildi.
100’üncü yılına giren demokrasi yolculuğunda Türkiye’yi ufukta neler bekliyor? Demokrasinin daha ileri seviyelere taşınması için ne yapmak gerekiyor? Türkiye’de siyaset dönem dönem niçin tıkanıyor? Şimdiye kadar Türk siyasetinde hangi hatalara düşüldü? İç ve dış politika dinamikleri nasıl şekilleniyor? Yeniden demokratik parlamenter sisteme dönülmeli mi? Bunları ve bu çerçevede merak edilen konuları içeren daha pek çok soruyu Türkiye’nin en deneyimli siyasetçilerinden ve hukukçularından Hüsamettin Cindoruk’a yönelttik. TBMM Başkanlığı ile siyasi parti genel başkanlığı görevlerini yerine getiren ve 9’uncu Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel’le uzun yıllar kader birlikteliği yürüten Cindoruk hem geçmişe hem de geleceğe ışık tuttu. Bir solukta okuyacağınız kapsamlı bir röportaj oluştu.
“BU BİR HALK HAREKETİ”
-TBMM, 23 Nisan 1920’de hangi misyon, motivasyon ve hedeflerle kurulmuştu? Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim 1923’e kadar hangi ilke ve kurallarla çalıştı? 1921 ile 1924 anayasalarının arasında demokrasi ruhu penceresinden ne gibi farklar söz konusu?
TBMM kurulmadan evvel Anadolu’da ve Trakya’da hepsi birbirinden güzel 30 tane halk kongresi var. Bu bir halk hareketi. Rahmetli Anayasa Profesörü Bülent Tanör, kongreler iktidarı der o sürece. Anadolu’nun kongrelerle idare edildiği tarihtir. Biz sadece Erzurum ve Sivas kongreleri ile Amasya tamimini öne çıkarıyoruz.
“HALK DEVLETİ KURMAK İSTİYORLAR”
1918-1919 yılarında Osmanlı dağılmış durumda. Vahdettin’in bir düşman gemisiyle ülkeyi terk etmesiyle imparatorlukta fiili olarak otorite bitiyor. Ama ondan sonra o boşluğu doldurmak için Anadolu’da bir halk hareketi başlıyor. Devlet kurma becerimizi yine gösteriyoruz. Son devletimiz çok değerli bir metodolojiyle kuruldu. Olayın içinde sivil halk, esnaf, eşraf, İttihat ve Terakki’nin dağılmış teşkilatı, herkes var. Bu hareket kongrelerden geliyor ve özünü 23 Nisan 1920’de Ankara’da ortaya koyuyor. İlk toplantının yapıldığı yer de İttihat Terakki’nin binası. 1’inci Meclis diyoruz oraya. Kongrelerden gelen kararların içinde Atatürk’ün ve hareketin başında olan mücahitlerin bir demokrasi talepleri var. Bir imparatorluk, krallık, diktatörlük, tek adam değil, halk devleti kurmak istiyorlar.
1’inci Meclis toplanıyor. 4’üncü kanun, hükümet kurmak. Meclis kendi içinden hükümet kuruyor ve onu değiştirebiliyor. O hükümet, Meclis’le beraber ordu kuruyor. Taş üstünde taş yokken, müthiş bir hadise. Sonra 1921 Anayasası’nı yapıyorlar. Devletin organları teşkil etmeye başlıyor. Devleti kuran halk hareketi bir Meclis kuruyor, onunla beraber ordu kuruyor ve o orduyla düşmanı denize döküyor. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan ediliyor, rejimin rengini, ismini Cumhuriyet koyuyor.
“TÜRKİYE ADI KULLANILIYOR”
Bu Meclis, İstiklal Marşı’nı ve Milli Bayrağı kabul ediyor. Devletin dili Türkçedir diyor. Türkiye adını kullanıyor. Devletin kurucu maddi ve manevi unsurları ile sembolleri dahi tespit ediliyor. Zaten hep söylüyorum; bu Meclis zaten devlettir. Türkiye Cumhuriyeti devleti, bir Meclis devletidir.
“ATATÜRK KURTULUŞ’U ANADOLU’DA ARIYOR”
Enver Paşa, vatansever bir adam, ama yanılgısı da var. Kurtuluşu “turan”da arıyor. Atatürk ise kurtuluşu Anadolu’da arıyor. Onu kucaklayan, onunla birlikte çalışan bir halk ve halk hareketi olan bir parlamento var. Bu parlamentonun Lozan Anlaşması’nı yapması bir sonuçtur. Esas kuvvet ve ortaya çıkmış olan olgu, anayasa bilimi açısından da devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran organ Meclis’imizdir. Lozan barışıyla sınırlarımızı tespit ediyor. Lozan’la ilgili Meclis tartışmalarında herkes özgürce fikrini söylüyor. Bazı maddelerde Hamdullah Suphi ve Yahya Kemal gibi muhalefet eden çok önemli isimler var. 1924 Meclisi de çok önemli bir meclis.
“1924 MECLİSİ, DEVLETİN ORGANLARINI KURUYOR”
-1924 Meclisi biraz daha değişik ve karma sisteme doğru giden yapı da değil mi?
Bu Meclis’te de çok kaliteli tartışmalar oluyor. 1924 Meclisi aynı zamanda devletin organlarını kuruyor. 100 sene geçmiş yeni bir organ kurmaya ihtiyaç yok. Sayıştay’ından Danıştay’ına Yargıtay’ına Anayasa Mahkemesi’ne kadar temel organların hepsini TBMM -çeşitli darbeler yemesine, kızağa çekilmesine ve tatil edilmesine rağmen- götürmüştür. Bugün hariç.
“ATATÜRK’ÜN MECLİS PROJESİNDE SENATO VE 4 GRUP ODASI VAR”
-Atatürk’ün çok partili rejime geçiş denemeleri başarılı sonuçlar vermiyor. Sizce bunun sebepleri neler? Henüz erken miydi?
Sanırım dünyanın şartları da henüz başarılı ve yeni bir demokrasi tertibi ortaya çıkarmaya yeterli değildi. Bugün dayandığımız demokrasi belgelerini gözümüzün önünden geçirirsek; en eskisi 1945’teki San Francisco Beyannamesi. Doküman olarak da 1789’daki Fransız İhtilali’nden sonra demokrasi ve çok partili hayatla ilgili bir gelişim yok dünyada. Paris Şartı’ndan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar bunların hepsi son 40 yılın hadisesi. Atatürk’ün Ankara’da Büyük Millet Meclisi binası yapma projesi var. 1936’larda başlıyor bu. Avusturyalı bir mimar yapıyor. Bu projede senato ve dört tane de grup odası var. Bugün grup toplantıları yaptıkları odalardan biri senato genel kuruludur, diğeri de ana muhalefet partisi grup odasıdır. Atatürk demokrasiyi özlemiş ve hedeflemiş. Yeni yaptıracağı Meclis binasını çok partili ve iki kamaralı olarak tasarlıyor.
“KEŞKE SENATO KAPANMASAYDI”
O dönem Atatürk’le beraber siyaset yapan sivili ve askeri hepsini katarak söylüyorum, son cihan savaşı olmasa bu iş belki daha erken bitecekti. 1940’larda Ankara’da yaşadım. O Meclis binasının yapılmasına şahit oldum sonra da o Meclis’e başkan oldum. Savaşın zor şartlarındaki ekonomik sıkıntılarına rağmen Cumhuriyet idaresi binayı bitirmeye uğraştı. 1961’de de açıldı. Keşke senato kapanmasaydı. Çok partili hayat bence ancak çok meclisli hayatla yaşayabilir.
“1950 İKTİDAR DEĞİŞİKLİĞİ YUMUŞAK GEÇTİ AMA…”
-1946 seçimleriyle çok partili hayata geçildi. Demokrat Parti (DP) de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içinden gelenlerce kurulmuştu. 1950 seçimlerinde DP Lideri Adnan Menderes iktidara geldi. 1960’a kadarki DP döneminde de ülkede büyük reformlar yapıldı ve kazanımlar oldu. Peki, 27 Mayıs 1960’taki darbe sürecine nasıl gelindi? Yeni kuşaklara bunu biraz temelden anlatmak gerekiyor.
1946 ile 1950 arası çok başarılı bir demokrasi hareketi yaşanmadı. Acemiliğimiz, çaylaklığımız vardı. Tek parti olmuş hep. Muhalefet partisi nasıl kurulur ve örgütlenir onu bile bilmiyoruz. Kavga çok sert geçti. O sert kavgayı demokrasinin bir icabı saydığımızı düşünebilirsiniz. Ama burada çok önemli bir şey var. 1950 iktidar değişikliği yumuşak geçmiştir. Atatürk’ün iki eski başbakanı Bayar ve İnönü, demokrasiye geçişte çok başarılı olmuşlardır. Hatta bugünkü sertliği taşımayan yumuşaklık içinde olmuştur. Ama 1950 ile 1960 arasında siyaset kendi kanallarında yürümedi. 27 senelik iktidar partisi CHP tahammül etmekte, kabuğuna çekilmekte zorlandı.
“MAL KAVGASI 27 MAYIS’A KADAR SÜRDÜ”
Yassıada Mahkemesi’nde gördüklerime göre DP’nin CHP’nin mallarını ele geçirme sevdası şöyle başlıyor. Halkevlerinin bütün parasını devlet vermiş. Çok da kuvvetli bir örgüttür. Ben de istifade etmişimdir gençliğimde. Onları almak istiyorlar evvela. Sonra bakıyorlar ki, CHP’nin il ve ilçe başkanlıklarının büyük kısmını da devlet yapmış. İnönü ile Menderes anlaşabilselermiş, mal varlığını barış yoluyla devlete götürebilselermiş kavga bitermiş. Bu Yassıada Mahkemesi’nde ortaya çıktı. Amacını aşan bir katılıkla gidilerek hem Halkevleri kapatılarak ortadan kaldırıldı, sıkıntıya düşüldü; hem de CHP mallarının müsadere edildiği intibaını verdi. O kavga 27 Mayıs’a kadar sürdü. CHP-DP kavgasının temelinde bence mal varlığı var.
Gençliğimde DP Gençlik Kolları Başkanı idim. Genel Merkezimiz Rüzgarlı Sokak’ta Zafer Gazetesi’nin ikinci katıydı. 15-20 odalı bir binaydı. CHP’nin Genel Merkezi ise şimdi 1’inci Meclis olan yerde. İhtişam içinde. Bu DP milletvekillerini ve örgütünü rahatsız ediyor. CHP’nin ihtişam içinde yaşadığı Genel Merkezi ve Ulus Gazetesi var. Bunların hepsi devletin parasıyla yapılıyor.
“1924 ANAYASASI’NDA PARTİ SÖZÜ BİLE YOK”
-Tek partiliden çok partili bir yapıya geçtik ama gazete, anayasa ve siyasetçilerin anlayışı tek partili sisteme göreydi…
1924 Anayasası içinde tutarlı ama tek parti anayasasıdır. Sert bir anayasadır. Seçimde ekseriyet sistemi var. Örneğin Ankara’da seçimi kazanırsanız 24 vekilin tamamını alıyorsunuz. Bu durum temsil kabiliyetini azaltıyor. Kavganın temelinde demokrasinin tarifini bilmeyişimiz; çok partili hayata geçişte parti fonksiyonlarını dikkate almayışımız var. Bugünkü anayasamızda partiler vazgeçilmez diyor. Ama 1924 Anayasası’nda parti sözü bile yok. İçtüzük’teki durum da aynı.
“DEMOKRASİ BÜTÜN KURAM VE KOŞULLARIYLA OLMALI”
Halk hareketi Meclis’i kurmakta başarılı; ama dünyada da demokrasi o kadar gelişmiş değil. Öylesine karmaşık düzen ki demokrasi; bugün bile oturtamıyorsunuz. Hala demokrasiyi tartışıyoruz. Demokrasinin evrensel koşulları belli. Demokrasiye geçtim derseniz bütün kurum ve koşullarıyla yapacaksınız. Avrupa Birliği’yle (AB) olan ilişkilerimize dikkat ediyorum. “AB’ye üye olmak istiyorsunuz ama onun koşullarını ve demokrasiyi kendinize göre yorumluyorsunuz” diyorlar. Ve hala siz Tanzimat Fermanı’yla ilgili bir düzenleme peşindesiniz. Tanzimat Fermanı, sadece ve sadece padişah yetkilerinin kısıtlanmasıydı. Bir formül aranıyordu. Ama bugün Osman Kavala’nın hapiste olması bence Tanzimat Fermanı’na da aykırı. Çünkü orada da suç ihdas edilmez deniyor.
“DEMOKRAT OLUYORLAR AMA DEMOKRAT KALAMIYORLAR”
Türkiye kafalarında demokrasiyi benimsemiş devlet adamlarına ihtiyaç hissediyor. Zaman zaman geliyorlar. İnsanlar bir evrede demokrat oluyorlar ama demokrat kalamıyorlar. Hele iktidar olurlarsa demokrat kalmak çok zor. Başkalarının haklarına, fikirlerine, ifade özgürlüklerine riayette sıkıntıya düşülüyor. Devlet otoritesi kendi otoritesi zannediliyor. Bunu siyaset örgütlerine ya da düşünce adamlarına kullanmaya çalışıyorsunuz.
“DEMLENMEMİŞ SİYASETÇİDEN DEVLET ADAMI OLMAZ”
-DP de bu durumu yaşadı mı?
Yaşadı. Yassıada’da aşağı yukarı 7-8 ay avukatlık yaptım. 2 ay da hapis yattım. DP’lilerin içinde tek partiyi isteyen yoktu. Ama pek çoğunun içerisinde demokrasinin tarifi de yok. Onlar da iktidarı sadece kendilerine ait gibi hissediyorlar. Devlet iktidarını siyasi parti iktidarı haline getirmeye uğraşıyorlar. En başta İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları; Birleşmiş Milletler’in (BM) kararları; AB’nin müthiş müktesebatı, belge, bilgi, dayanak var. Belgesel ve kuramsal demokrasiye uymak yeterli. Ama uyulmuyor. Uymak için devlet adamlığına ihtiyaç var. Devlet adamı yetiştirmenin mektebi yok. Siyasetçiye değer veririm; ailesinden, işinden fedakarlıklar yapmıştır. Ama devlet adamı niteliği kazanmak için demlenmeye ihtiyaç var. Demlenmemiş siyasetçiden devlet adamı olmaz.
“1961’İ TEMEL ALAN BİR ANAYASA YAPALIM”
-1960 İhtilali, Türkiye için acı bir dönemdi. Ardından 1961 Anayasası yapıldı ve çok demokratik olarak nitelendirildi. Siz bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
1961 Anayasası’na ret oyu verdim. Hayırda Hayır Vardır kampanyası yürüttük. 28 yaşındaydım. Bugün o oyumu geri alıyorum. Hayır demiştim çünkü ihtilali yapanlara daimi senatörlük veriyordu. Olacak şey değildi bu. Darbe yaptıkları gün çekileceklerini, demokrasi için darbe yaptıklarını söylüyorlar. Bir ön seziyle DP’yi mahkum ediyorlar. İdam kararlarının verilmesine gerekçe hazırlıyorlar. Bir de neredeyse bütün DP’lilere süresiz yasak getiriliyor. Pişman değilim ama oyumu geri alıyorum. Neden? O ifade ettiğim hazırlıklar çıkarıldığında geriye kalan metin bugüne kadar Türkiye’deki en iyi anayasa metnidir. Onu düzeltin, içinde senato da olmak koşuluyla. Sonrasındaki 60 senede dünyada yeni gelişmeler, belgeler, bilgiler var. Onları da koyup bir çeyiz sandığı gibi hep birlikte bir anayasa yapalım. Bir itirafta bulunuyorum: 1961 Anayasası’nı temel alan bir anayasa yapalım. Senato dahil.
“BUGÜN SENATO OLSAYDI İSTİNAFTA SIKINTILAR ÇIKMAZDI”
Senato olsaydı, istinaf mahkemelerindeki sıkıntılar çıkmazdı. Az ceza alan temyize gidemiyor, çok ceza alan temyize gidip tahliye olabiliyor. Böyle bir şey olabilir mi? İstinaf Kanunu aslında faydalı. Boşlukları, senatoda düzeltilebilirdi. Senato dengeleri de sağlardı. Bugün denetim, gözetim ve denge yok Türkiye’de. Tek kişinin idaresinde bir devlet idaresi az önce tarif ettiğimiz kurucu hikayemize uygun değil. Atatürk’ün dahi elde etmediği yetkileri bir cumhurbaşkanına verirseniz, o kişi insani vasıfları dışında vasıfları olduğunu düşünür. Her anayasa bir itidali temsil eder. Hukuk çünkü itidaldir. İtidali ortadan kaldırdığınızda çıkan sonuçlara katlanacaksınız. Bugün Türkiye’nin yaşadığı sıkıntıların temelinde itidalin ortadan kalkması var. Parlamenter demokrasi kadar güzel bir şey var mı? En iyi istişare müzakeredir. Meclis’te bir konuyu müzakere ederken o sizi istişareye götürür. Meclis’in tartışma ortamı, demokrasinin zenginliğidir. Demokrasiye ihanet ettikten sonra onu bekliyorsunuz. Gelmez.
“SİYASETİN HATALARI, ASKERİ REJİMLERE ZEMİN HAZIRLADI”
-1960 sonrasında bir türlü arzu edilen demokratik sistemi oturtamadık. 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 darbesine gidilen bir yol. 28 Şubat 1997 post modern darbesi. 2007’deki e-muhtıra. Siyasi hareketimiz dengesini mi bulamadı, yoksa dışarıdan çok etkilere mi maruz kaldı?
Bu söyleyeceklerime kendimi de katıyorum. Siyasetin hataları Türkiye’de askeri rejimlere zemin hazırlamıştır. 1960’lardan evvel, özellikle 1950 ile 1960 arası parlamento kavgalarına bakıldığında çok kaliteli konuşmalar da görüyorsunuz. Üniversite öğrencisiyken Faik Ahmet Barutçu’nun ve Samet Ağaoğlu’nun Meclis’teki konuşmalarını dinlemeye giderdim. Çok önemli ve değerli hatiplerdi. Onların müzakere kabiliyetleri istikametinde giderken Meclis, birden bire sapmalara uğradı, kavgalar başladı. 1957 seçimlerinde 180 CHP milletvekili Meclis’e gelince o meclisin bütün moralitesi bozulmuştur. Kavga, kavga, kavga… Milli meselelerde dahi ayrışma oldu. Haliyle devlet idaresinde kopmalar meydana geldi. 1957’den evvel ve sonra diye ikiye ayırmak lazım. 1958’de ekonomik kararlar doğru, siyasi kararlar yanlıştır.
“ALİ FUAT BAŞGİL, ‘SAVUNULACAK TARAFINIZ DA YOK’ DEDİ”
Yassıada’da 30-40 avukat ortak bir savunma hazırladık. Savunma metnini Ali Fuat Başgil’e götürme vazifesini arkadaşlar bana verdi. En gençleri bendim. Başgil, çok objektif ve alim bir adam. Hem din, hem de Fransa ve başka ülkelerde anayasa bilimi eğitimi var. Kendisine bilgi verirken, “Tahkikat Encümeni’ni, Salahiyet Kanunu’nu nasıl savunacaksınız? Meclis müzakerelerini yasaklayan kararın hukuki gerekçesi nedir?” diye sordu. Beş tane soru sıraladı. Elimden gelen cevapları verdim. “Bunların hepsi boş. O mahkeme ihtilal mahkemesidir. Ne söyleseniz de müdafaları kabul etmeyecek ve ağır kararlar çıkacaktır. Savunulacak tarafınız da yoktur” dedi. Onula beraber Balmumcu’da hapis yatmıştık. Onun hatırına bana bir kahve ikram etti.
“TAHKİKAT KOMİSYONU TUTUKLAMA KARARI VERİRSE…”
Yıllar sonra objektif olarak ben bunu söyleyebiliyorum. Ali Fuat Başgil gibi DP’ye yakın büyük bir alim, hadiseyi daha evvel teşhis etmiş. Gerçekten de savunamadık. O savunma basıldı. Okuduğumda çok beğeniyorum. İçimden de diyorum ki, bu savunma doğru değil. Çünkü siyaset bu hatayı yapmamalıydı. Şimdi Tahkikat Komisyonu tutuklama kararı verirse, o parlamentonun parlamento niteliği kalır mı? Kuvvetler ayrılığı kalır mı? Demokrasi kalır mı? Siyaset kalır mı? Muhalefetin hakları, teminatları, ifade özgürlüğü kalır mı? Böyle hatalarla 27 Mayıs’a geldik.
“DEVLET İDARESİNDE BOŞLUK OLUŞTURURSANIZ ASKER PAY İSTER”
27 Mayıs’ta askerler anayasayı hazırlama görevini bilim adamlarına verdiler, iyi bir anayasa yapıldı. Ama biz o anayasayı kullanmakta yine sıkıntıya düştük. Bu sefer başkaları kavga etti. 1971’deki hadiseleri düşündüğümde sadece Meclis’in açık kalmasını bir avantaj gibi görebilirsiniz. Askeri otoritenin devletten pay aldığını görüyorsunuz. Siz siyaseti boşaltırsanız, devlet idaresinde boşluk oluşturursanız asker pay ister. Çünkü bu devletin kuruluşunda payı var. Onu hatırlatmayacaksınız, askeri otoriteyi demokratik otoriteye bağlı halde tutacaksınız. Demokratik otorite olmaktan çıkarsanız, asker ikide bir darbe yapar ve her garnizonda da bu konuşulur. Yaşadığım için bunu söylüyorum, tasvip ettiğim için değil. Biz siyasetçiler devleti demokratik koşullarda ve kaybetmeyi göze alarak yürütseydik darbeler olmazdı. Kaybetmeyi göze almadık. Vazgeçmek, bırakmak; kazanmak kadar önemlidir.
“1987 YASAKLAR REFERANDUMU TÜRK SİYASİ HAYATININ EN BÜYÜK YANLIŞIDIR”
-Halk 1982 Anayasası’nı inanılmaz bir çoğunlukla kabul etti. 1983 seçimlerinde biraz ABD’nin de manipülesiyle Kenan Evren, asker kökenli Turgut Sunalp’ı işaret edince, anayasaya yüzde 99’la evet diyen halk bu işareti kale almayıp Turgut Özal’ı başbakan yaptı. Türkiye seçmeninin enteresan bir demokratik feraseti de var. 1983’te yüzde 42,9 oy alan Özal, matematiksel kazanmaya yönelik bakış açısıyla Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş’in siyasi yasaklarının kalkması için 6 Eylül 1987’de yapılan referandum öncesinde hayır kampanyası düzenledi. Bunun arkasında da kaybetmeyi bilememe duygusu mu vardı?
Ufak bir anımı anlatayım. Doğru Yol Partisi (DYP) Genel Başkanı’yım. Süleyman Demirel yasaklı. Hatta emanetçi diyorlardı bana o zaman. Küçük bir grupla Meclis’e de girmiştik. Kenan Evren beni çağırdı. “Bu yasakları kaldıralım, zamanı geldi” dedi. Demokrat kimliğiyle bilinen Alman Cumhurbaşkanı gelmişti. Bizi de çağırdılar. Rahşan Ecevit’in de Demokratik Sol Partisi (DSP) vardı. Anladığım kadarıyla AB’den telkin gelmiş. Ama bir şartımız var, referandumla kalksın denildi. Demokrasiyle idare edilen bir ülkede referandumun çok olağanüstü bir yol olduğunu söyledim. Anayasa ve kanun değişikliğiyle kalkabilir dedim. Özal da ısrar ediyordu, madem referandumla getirildi yasakları yine halk kaldırsın diye. Demirel’e böyle bir teklifle karşı karşıya olunduğunu ifade ettim. Demirel, “Özal, askerlerin koydurttuğu yasağı, bu defa halka koydurtmak istiyor. Yanlış bir şey yapıyor ama soyunalım, dövüşelim” dedi. Bülent Ecevit de Rahşan Hanım’la görüşmüş, bana telefon etti; gittik konuştuk: “Dövüşeceğiz başka çare yok.” Bence Türk siyasi hayatının en büyük yanlışıdır. Bir sivil hükümetin başbakanı, siyasi iradenin temsilcisi, elinde güç var partisi var, temel haklardan biri olan siyaset yapma hakkını referandumla kaldırtmak istiyor. Ve mücadele etti, partisi, kendisi, sokaklarda, caddelerde. Biz de Demirel de sertleştik. 58 bin oy farkıyla kazanabildik. O hadiseyi hiç unutamıyorum, o yüzden referandumlardan hep korktum. Son referandum da öyle. Devlet iktidarının taraf olduğu referandumda karşı oy almak çok zor. Televizyonlarda ve yandaş basında organize olunmuş. Partisinin gücüyle ortaya çıkılıyor. Daha doğrusu ardında devlet var, size karşı mücadele ediyor.
“ÖZAL VE DEMİREL CUMHURBAŞKANI OLARAK HATA YAPTI”
Siyasetçilerin hatalarına başka bir örnek de hem Demirel hem de Özal partilerini bırakıp cumhurbaşkanı olmalarıdır. Ortaya siyasi boşluk çıktı. Hala daha o boşluğu merkezde dolduramıyor Türkiye.
-Ben de tam oraya gelmek istiyordum. Yunanistan’da istisnalar hariç genelde merkez sol ve sol koalisyonlar iktidara gelir; sol solun alternatifidir. Türk seçmeninde de merkez sağ ağırlıkta. 1923’te kurulan CHP hala mevcut. Ancak geçmişin merkez sağ partileri, dağıldı, silindi. Neden?
İktidar oldular. Liderleri terfi etmek istedi. Hem Süleyman, hem de Turgut Bey, cumhurbaşkanlığını terfi makamı olarak gördü. Çankaya Köşkü’ne çıktılar da ne oldu? Toparlayamadık partileri. Meclis Başkanı olarak Demirel’e iyi düşünmesi için rica ettim. Düşündü ve oldu. CHP’nin avantajı hiç iktidar olamaması. Ne Erdal İnönü, ne de Bülent Ecevit iktidar olamadıkları için terfi etmeye fırsat bulamadı. Sonra Deniz Baykal araya girdi. Hepsi siyasetlerini yaptılar, partilerini toparladılar.
“ERDOĞAN DA CUMHURBAŞKANLIĞINA ÇIKMAMALIYDI”
Şimdi bakınız aynı hatayı bugün Tayyip Erdoğan yapıyor. Cumhurbaşkanı olmakla yetinmiyor, partinin genel başkanlığını üstleniyor. Bu yüzden partisinde doğurganlık olmuyor. O da cumhurbaşkanlığına çıkmamalıydı. Demirel ve Özal’ın hatasına düşmemek için hem cumhurbaşkanlığını hem de parti genel başkanlığını sürdürmek istiyor. Bu, demokrasinin tabiatına aykırı. Çelişkiler başlıyor. Nitekim partisinde ürümeler ortaya çıktı. Süreç devam edecek. İnsandaki gibi demokrasinin de tabiatı var.
“ÖZAL SİYASETÇİ DEĞİL, İYİ BİR BÜROKRAT VE TATBİKATÇI”
-Özal’ın döneminde de başkanlık sistemi gündeme gelmişti. O günlerde dile getirilenle bugün yürürlükte olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi arasında ne gibi farklılık ve benzerlikler var?
Özal’ın telaffuz ettiği doğru. Ama takip ettiği yanlış. Israr etmiyor. Özal siyasetçi değil. Sıkıştığında kafasından bazı fikirler geçiyor. Dört eğilimi bir arada tutmak istiyor vs. Özal, iyi bir bürokrat, tatbikatçı. Ama teorisyen ve tecrübe olarak siyasi disiplinden gelmiş değil. Demirel ise başkanlık sistemine hiç yanaşmadı. Ama çok iyi ve tarafsız bir cumhurbaşkanlığı yaptığını kabul ediyoruz. Neden? Siyasi disiplin içinden geldiği; darbelere gidip geldiği, kendi tabiriyle damdan düştüğü, demlendiği için. Dikkatli götürdü. Onun sayesinde 28 Şubat’ı çok rahat aştı Türkiye. Yoksa katliamla sonuçlanabilirdi. O bakımdan Demirel’i daima taktir etmişimdir. Ve demokrattır. Dikkat ederseniz Demirel zamanında çıkan anti demokratik yasa yoktur. Ağır hakaretlere rağmen basın mensuplarına dava açmamıştır.
“TÜRK HALKININ TEFEKKÜR KABİLİYETİ VARDIR”
-Merkez sağa alternatif olarak 2002’de çoğulcu söylemleriyle AK Parti çıktı. AB müktesebatının kazandırılmasını, vesayetin sona erdirilmesini, demokrasinin kuram ve kurallarını dillendirdi. Gelinen noktada artık merkez sağın adresi değil.
Sağ tabirini çok sevmem. Merkez diyelim. Türk halkının tefekkür kabiliyeti vardır. Geçenlerde Abdullah Gül, siyasi İslam’ın hem dünyada hem de Türkiye’de iflas ettiğini söyledi. Müthiş bir itiraf. Ama Tayyip Erdoğan, iflas tabirine katılmadığını ifade ediyor. Bir davadan söz ediyor. Ama bu Türkiye’nin ne kadar faydasına ve halk ne kadar kabul ediyor. Üstad’ın fikirleri diyor. Onun (Necip Fazıl Kısakürek’in) böyle bir davası yok. Balmumcu’da onunla hapis de yattım. Mahkum ve tutukluların alay mevzuuydu. Birebir konuştuğum için söyleyebilirim; çok iyi bir şair ve nesir yazarı ama bir dava adamı değil. Örgütü vs yok. Sadece düşüncelerini, bazen öyle bazen böyle söylüyor.
Türkiye’de siyasi İslam davasının yerleşebileceğini anlatan bir verisi yok iktidarın. Gül, iflas etti diyor. Pek ne yapacağız şimdi? 18 yıl bu davayı sürdürmüşsünüz. Buna göre insanlar yetiştirmişsiniz. İmam hatip mezunu 1 milyon çocuk biriktirmişsiniz. Onlara iş veremiyorsunuz. Milli Eğitim’in bütün sistemini değiştirmişsiniz. Bütün bunlara rağmen bu dava sürer mi? Hayır. Neden? Adam isterse telefonundan internete girip dünyada neler olduğunu öğrenebiliyor. Millet olmak varken, niye ümmet olsun! Türkiye’nin anatomisinin değiştiğinin farkında değil bu iktidar. Siyasi İslamcılığın iflas ettiğini şimdi görüyor. Çıkmaza girdiği, götüremediği, başaramadığı için… Bugün elde ettikleri en büyük başarı, müftülerin nikah kıyması. İstatistiklere göre oralarda yüzde 1 nikah kıydırıyor. Türkiye çok önemli ölçüde ümmetçiliğe kapatmış kendini. Ellerinde bir dava kaldı bir de davanın ne olduğunu fark etmeyen bir teşkilat. Parti onun için çözülüyor. Şu ana kadar iki parti doğurdu.
Bir müjde veriyorum: Tehlike atlamıştır.
“ŞEHİRLEŞME BAŞLADIKTAN SONRA DİKTATÖRLÜK BİTER”
-Batı’da üniversitelerde inanılmaz fonlar sayesinde her konuda araştırma yapılabiliyor. Bunlardan birinde tek parti ve tek adam rejimleri araştırılıyor. Tek parti rejimleri uzun ama tek adam rejimleri daha kısa sürüyor, ortalama 9-10 yıl gibi. Seçimle değişiyorlar sonunda. Son 20-30 yılda birçok şey değişti. Siyasi İslam diye oturmuş bir yapının içinde değerler değişti. Dini değerlere şekli anlamda yönelme artarken manevi ve ahlaki değerlerde bir erozyon var. Bu erozyon nasıl toparlanacak?
Tarihin seyrine bakıldığında siyaset ve siyasetçilerin etkisi çok yüksek değildir. 1951’den beri siyaset yapıyorum DP’de başlayarak. Çok çalışkan ve saygıdeğer siyasetçiler gördüm. Ama her şeyi bilen siyasetçi görmedim. Siyasi partilerin alt kademelerinde çalışanlar işlerin iyi gitmediğini görürler. Ama derler ki bizim başkanın bir bildiği vardır. Oysa başkanın bir bildiği falan yoktur. O yüzden gedip duvara toslarlar. Bugün de olan ondan ibarettir.
İstediğiniz kadar televizyonda konuşun. Sosyal medya var bir de. Atıyor tweet’ini yeri göğü inletiyor. Adam açıyor okuyor bunları. Öyle yağıyor ki, bilgiden kaçmak istiyorsunuz artık. Bireysel düşünme kapasitemiz arttı. O kadar çok kaynak var ki. Herkesin ne söylediğini bilgisine ve kültürüne göre değerlendiren bir halk var. Şehirleşme başladıktan sonra diktatörlük biter. Kentleşme dokusu çok önemlidir. Türkiye kentleşmiştir. Kentleştiği için daha iyi yargılamaya geçiyor. İmam hatiplere öğrenci bulamıyorlar o kadar imkanlara rağmen. Makul olanı makul değil deyip susturamazsınız.
“TÜRKİYE 2023’E KADAR SEÇİMSİZ GİTMEZ”
-Peki, bir erken seçim mi öngörüyorsunuz ya da 2023’e dek iktidarın devam etmesini mi?
Türkiye ara, erken, yerel seçim yapmadan 3 sene yaşamaz. Ne olur bilmem. Yani tahmin etmek zor. Ama bu iktidar son yerel seçimlerden aldığı sonuçlardan sonra genel seçime girmez. Bir başarı arıyor. Suriye’de aradığı da bir büyük mucize, başarı, zafer, kahramanlık. Ama unuttukları bir şey var: Savaştıkları Suriye, bir Arap devleti. Araplar arasındaki dayanışma önemlidir. Suriye’yle savaşırken Mısır’la da Kuzey Afrika’daki Arap devletleriyle de savaşırsınız. Arapçılık var. Türkiye buna çok dikkat etmiştir. Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra Atatürk siyaseti ve sonraki siyasetler Arap devletleriyle iyi geçinmişler ama mesafeyi de çoğaltmamışlardır. Diyorsunuz ki 2 bin kişiyi etkisiz hale getirdik, öldürdük. Ki bunlar Müslüman Araplar. Müslüman, Müslümanla savaşıyor. Bunun Arap camiasındaki sonuçlarını kısa zamanda görmeye başlarsınız.
“SAMANDAĞI’NDAKİ ARAP VATANDAŞLARIMIZ ESAD’IN AŞİRETİNDEN”
-Suriye konusuna da girmişken, parlamenter demokrasilerle birleştirirsek konuyu; 2003 Mart Tezkeresi’nde TBMM’nin bir ret kararı var. Suriye’deki askeri varlığı engelleyecek olan olgu esasında parlamenter demokrasi değil mi?
Suriye meselesini bilmiyorlar. Osmanlı ve Cumhuriyet arşivlerini örenerek demlenmelerini tavsiye ediyorum. Suriye’yle komşuluk ilişkilerimiz hep netamelidir. En çok kavgalı olduğumuz devlet Suriye’dir. Sınır aşan sulardan ötürü Suriye’yle çok ihtilafa düştük. Hatta GAP’a (Güneydoğu Anadolu Projesi) Suriye karşı çıktı. Hatay anlaşmaları da çok önemlidir. Hem Tayfun Sökmenoğlu, hem de Abdurrahman Melek’in anılarını okumalısınız. O anlaşmada Suriye’nin muvafakati yok. Fransızlarla anlaşıyoruz. Eyaletimizdir, kantonumuzdur gibi iddialarla Hatay’ı karıştırdılar. Hatay Samandağı civarındaki Arap vatandaşlarımız kimse bilmez Esad’ın aşiretine mensupturlar. Oradaki Arap çoğunluk, Suriye’nin dostudur. Reyhanlı da aynı şekilde.
“TÜRKİYE ARAPLARI KARŞISINA ALARAK ORTADOĞU’DA İSTİKRAR KAZANAMAZ”
Araplar arasında Arapçılık, Arap milliyetçiliği önemlidir. Arapları karşısına alarak öldürdükleriyle iftihar ederek Türkiye; Suriye dahil Ortadoğu’da istikrar kazanamaz. İtibar da. Suriye’yle sınırımız ihtilaflıdır. 1921 Ankara Anlaşması’na göre Lozan’da bize kabul ettirilmiştir. Hem bu tarafta, hem de Suriye tarafında yaşayanlar aynı aşirettendir. Geçende Azez isimli kasabada bizimkiler toplantı yaptı. Toplantıya 25 aşiret reisinin geldiği söylendi. Tesadüfen televizyondan seyrettim. Araçlarda İstanbul plakası vardı. Çoğunu tanıyorum, İstanbul’da Ayazpaşa’da, Bebek’te falan yaşarlar. Onlar toprak sahipleri. Suriye’de sosyalist idare olduğundan topraklarına el konmuş ama istihsal yapmalarına imkan verilmiş. Bir kısmının avukatlığını yaptım. Bir ara Demirperde idaresi gelecekti. Hüsnü Mübarek önledi. O kadar karışık bir ülke ki Suriye, burnumuzu oraya sokmamız kadar büyük bir hata olamaz. İdlib, Reyhanlı çok girift. Türkiye dostane elini uzatmalıydı oraya. ABD, Ruslar zaten yedi düvel orada. Bir uzaylılar yok!
“TÜRKİYE’DEKİ MİLLİYETÇİ DUYGULARA HİTAP ETMEK İSTİYORLAR”
-Neyin başarısını arıyor Türkiye Suriye’de?
Benim anladığım iç başarı. Siyasi İslam bittikten sonra haklı dava diyerek Türkiye’deki milliyetçi duygulara hitap etmek istiyorlar. Geçen gün 100 sene önceki tehlikeyle karşı karşıyayız gibi çok tehlikeli bir söz söylendi. 100 sene önceki tehlike, emperyalizmin Türkiye’yi parçalama tehlikesiydi. Bu ifadeyi açmak lazım. Cumhurbaşkanı söylüyor bunu. Hele başkanlık sisteminde bu söyleniyorsa, delilleri bulunamasa da karineleri söylenmeli. Türkiye sınırları güvenli hale getirilmek isteniyorsa güvenli iki devlet olması lazım. Mesela Adana mutabakatı diyorlar. Hükümette olduğumuzda yapılmıştır. Suriye devletiyle yaptığımız anlaşmaya dayanıp Suriye’ye savaş ilan ediyoruz. Savaşan askerlerimizin kahramanlığıyla ben de iftihar ediyorum. Şehitlerimize hep beraber üzülüyoruz. Allah rahmet eylesin. Ama haklı dava için şehit olmak gerekiyor. Rus uçaklarının bombardımanı altında şehit vermek Türkiye’ye menfaat sağlamaz.
“18 YILDAKİ EN BÜYÜK YANLIŞ SURİYE POLİTİKASIDIR”
Suriye işinden nasıl çıkacağız? Bence bu iktidar çıkamaz. Suriye sıkıntıda olabilir ama arkasında Arap camiası var. Mısır çok güçlü bir ülkedir. İsrail’le savaşan tek devlet Suriye’dir. Bu Araplar için çok önemlidir. Arap ahlakını ve değerlerini koruyan devlet olarak görüyorlar. Rusya oradan gider mi? Niye gitsin? Akdeniz’e inmiş. Askeri ve sivil üsleri var. Şimdi oraya Çin de girecektir, yakında Doğu Akdeniz kavgasına karışacaktır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın son olaydan sonra Putin’in ayağına gitmesi fevkalade bir yanlıştır. Havalimanı, köprüler ve yollarla övünülüyor. Ama yanlışlar da söylenilmeyecek mi? 18 yıldaki en büyük yanlış Suriye politikasıdır. Hızla demokrasiye dönülmelidir. Bu demokrasi değil. Hızla demokrasiye dönmek de parlamenter rejime dönmektir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran parlamentodur. Türkiye bir meclis devletidir.