Connect with us

Türkiye Gündemi

COVID-19 SÜRECİNDE PARA BASMANIN ARKA PLANI…

Küresel salgın haline gelen Covid-19 hastalığı, gelişmiş ülkeler dahil ekonomileri temelden sarstı. Büyük kriz yaşayan hükümetler “politika faizlerini düşürdü” ve para bastı. Devletler aynı işlemleri uyguladı ancak bunlarla elde edilecek sonuçlar ile ekonomik büyüklükler arasında doğrudan ilişki var. Merkez bankalarının “devlet tahvili alımıyla” (Quantitative Easing-QE) para basması ile “doğrudan iç borcu kapatmak amacıyla” (monetizasyon) para basması birbirinden ayrışıyor. Peki Türkiye’deki durum ne? Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp detaylarıyla ve tane tane anlattı.

 

Koç Üniversitesi’nde para politikası ve merkez bankacılığı dersleri veren Prof. Dr. Selva Demiralp, T.C. Merkez Bankası’nın (TCMB) 30 Nisan 2020 tarihli enflasyon raporunda “2020 yılı için enflasyon tahminini yüzde 8,2’den yüzde 7,4’e” düşürdüğünü ve “2021 enflasyon tahminini ise yüzde 5,4’te sabit tuttuğunu” belirtip “Bu revizyonlar ne kadar gerçekçi?” diye soruyor. Ardından da şunları ekliyor: “Kısa vadede daralan talep ve düşen petrol fiyatlarının yaratacağı aşağı yönlü baskı, kurdan gelen yukarı yönlü baskıdan daha büyük olabilir. Ancak orta ve uzun vadede enflasyon üzerindeki yukarı yönlü risklerin TCMB tahminlerine yansıtıldığını düşünmüyorum.”

Prof. Dr. Selva Demiralp

“GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN MERKEZ BANKALARI DAHA TEMKİNLİ İLERLEMELİ”
Prof. Dr. Selva Demiralp, haber analiz sitesi Yetkin Report’ta yayınlanan yazısında öncelikle şu konuya dikkat çekiyor: “Covid-19 salgını başladığından beri dünyanın dört bir yanında merkez bankaları politika faizlerinde büyük indirimlere giderek ekonomilerine destek vermeye çalıştılar. Gelişmiş ülkelerde politika faizleri zaten çok düşük (ve hatta negatif) seviyelerde olduğu için bu ülkelerdeki merkez bankaları varlık alımlarını artırarak miktarsal genişlemeyle (Quantitative Easing-QE) piyasalardaki likiditeyi artırdılar. Gelişmekte olan ülkelerdeki merkez bankalarının gelişmiş ülkelerdekiler kadar politika esnekliği bulunmuyor. Ayrıca bir taraftan büyük miktarlarda para basarken diğer taraftan enflasyon beklentilerini kontrol etmelerine imkan sağlayacak bir güvenilirlikleri de yok. Bu nedenle daha temkinli ilerlemeleri gerekiyor. Çünkü eğer doğru uygulanmazsa para arzındaki ani bir artış zaten kırılgan olan kredibiliteyi iyice silip süpürüp enflasyon beklentilerini tetikleyebilir.”

“TCMB’NIN ELİNDEKİ HÜKÜMET BONOLARINDA 31 MART SONRASI HIZLI ARTIŞ”
TCMB’nın 31 Mart’ta, tahvil alımlarında “daha öncesinde bilançonun yüzde 5’i olarak belirlenen” üst sınırın “gerekli görülürse güncellenebileceğini” açıkladığını ve 17 Nisan’da limiti “azami yüzde 10’a” sabitlediğini ifade eden Prof. Dr. Demiralp, “TCMB’nin elinde tuttuğu hükümet bonolarında (DİBS), 31 Mart sonrası görülen hızlı artış oldu. TCMB’nin böyle bir kriz ortamında neden piyasaya likidite sürdüğünü anlamak zor değil. Önceki yazımda Covid-19 krizi döneminde merkez bankasının para basmasının bir opsiyon olabileceğini ve başarılı bir uygulamayla ekonomik krizin hafifletilebileceğini vurgulamış; öte yandan para basma kaçınılmaz hale gelse de önceliklerin çok dikkatli belirlenip iletişimin çok net olması gerektiğinin, zamanı geldiğinde basılan paranın etkin bir şekilde piyasadan geri çekilmesinin çok önemli olduğunun altını çizmiştim.” diyor.

‘DEVLET TAHVİLİ ALMA’ İLE ‘İÇ BORÇ ÖDEME’ AMAÇLI PARA BASMANIN FARKI
Prof. Dr. Demiralp, Türkiye’deki pratiğin vurguladığı ve altını çizdiği hususlarla uyuşmadığını; birtakım riskler barındırdığını söylüyor: “QE uygulamasında merkez bankaları para basarak büyük miktarlarda devlet tahvili satın alırlar. Bu uygulamanın monetizasyondan yani para basarak iç borçları ödemekten farkı nedir? Merkez bankaları açık piyasa tahvil alımları ile para arzını artırıp fiyat istikrarı için gerekli olan likiditeyi temin etmekle yükümlüdür. Teknik olarak, açık piyasa işlemleri ile para basmak ve monetizasyon arasındaki fark net değildir. Bu nedenle bir görüş QE’nin monetizasyon olduğunu söyler.

TAHVİL ALIMIYLA PİYASAYA SÜRÜLEN PARAYI GERİYE ÇEKME BECERİSİ
ABD Merkez Bankası (FED) ise bu görüşte değildir. Monetizasyon durumunda merkez bankasının hükümete “kalıcı” olarak fonlama sağladığını söyleyip QE’yi monetizasyondan ayırıyor. Merkez bankası enflasyon hedeflemesine sadık kaldığı ve enflasyonist baskılar devreye girdiğinde bilançosunu küçültme iradesini gösterebildiği sürece QE kapsamında yapılan tahvil alımlarının monetizasyon olmadığını söylüyor. FED’in yaptığı ayrımdan yola çıkarsak, tahvil alımlarının monetizasyon sayılması için Merkez Bankasının QE’yle piyasalara sürdüğü parayı geri çekmeyi becerememesi ve paranın kalıcı bir şekilde sistemde kalarak enflasyonist baskıları artırması gerekiyor.
Enflasyonun iyi çıpalandığı ve merkez bankası kredibilitesinin yüksek olduğu gelişmiş ülkelerde QE ve monetizasyon arasındaki fark daha net ayırt edilebilir. Gerçekten de 2010 sonrası büyük ölçekli QE politikalarının uygulandığı bu ülkelerde enflasyonun hedefi aşmadığına şahit olduk. Fiyat istikrarının tam olarak oturmadığı ve Merkez Bankası kredibilitesinin zayıf olduğu gelişmekte olan ülkelerde ise QE ve monetizasyon arasındaki farkı ayrıştırmak daha zordur.

“KÖTÜ İDARE EDİLEN QE, ENFLASYON VE DOLARİZASYONU ARTIRABİLİR”
QE’nin Türkiye için başarılı bir politika alternatifi olabilmesi için sonu enflasyonla biten monetizasyondan açık bir şekilde ayrıştırılması gerekir. Parasal finansmanın başarılı olması için güvenilirlik gerekmektedir. Bu noktada TCMB’nın önemli bir dezavantajı yıpranmış kredibilitesidir. Kötü idare edilen bir QE, TCMB’nin geriye kalan kredibilitesini de sıfırlayıp enflasyon beklentilerinin çıpasını hepten koparabilir. Bu şekilde mevcut kriz daha da alevlenerek enflasyonu daha yüksek bir patikaya oturtabilir ve artan dolarizasyon TL de ciddi değer kayıplarını beraberinde getirir.

“TABLO, İYİ TANIMLANMIŞ BİR QE PROGRAMI OLMADIĞINA İŞARET EDİYOR”
Eğer doğru idare edilemez ve sisteme sürülen para doğru zamanda geri çekilmezse QE enflasyonist monetizasyona evrilir. Nisan başından bu yana parasal taban ve TCMB’nın tuttuğu menkul kıymetlerde gözlemlenen hızlı artış bu nedenle bir endişe oluşturmaktadır. Çünkü bu tablo iyi tanımlanmış bir QE programı olmadan gerçekleşen tahvil alımlarına işaret etmektedir.”

“OE’NİN MONETİZASYONA DÖNMEMESİ İÇİN YAPILMASI GEREKENLER”
Prof. Dr. Demiralp’e göre “QE’nin monetizasyona dönmemesi için Covid-19 kapsamında yapılan tahvil alımlarının iletişiminin çok net bir şekilde yapılması” ve “maliye politikası ve para politikası arasındaki koordinasyonun şeffaf olması” gerekiyor: “Hükümetin bono çıkarmak sureti ile elde ettiği kaynağı ne şekilde ekonomiye geri kanalize ettiğini detaylandırması ve bu programın ne kadar süreceğini belirtmesi gerekir. Kapsamlı bir programın net bir iletişimle piyasalarla paylaşılması güvenilirliği artırarak enflasyon beklentilerini kontrol altına almakta faydalı olacaktır.”

“QE POLİTİKASININ, DÖVİZ GİRİŞİYLE DESTEKLENMESİ GEREKİYOR”
Demiralp son olarak şunları vurguluyor: “Gelişmiş ülke örneklerinden farklı olarak gelişmekte olan bir ülkede QE politikasının başarılı olabilmesi için döviz girişi ile desteklenmesi gerekliliğidir. Aksi takdirde basılan paranın döviz talebini coşturarak TL’deki değer kaybını daha da hızlandırma tehlikesi vardır. Bir anlaşma dahilinde kapsamlı döviz girişinin sağlanması programa olan güveni de artırarak monetizasyona giden yolun önünü kapatacaktır.”

Bizi Paylaşın
Continue Reading
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir