Connect with us

Finans & Ekonomi

ATATÜRK’ÜN EKONOMİ MODELİ…

1’inci İktisat Kongresi’nde Osmanlı’nın son devirlerindeki icraatlarını açık bir dille eleştiren Atatürk, “sürekli borçlanma anlayışına”, “üretim azlığına” ve “devlet yönetimindeki lüks, israf ve gösterişe” dikkat çekti. Dinleyicilere “İktisadi, mali, adli, kültürel her alanda tam bağımsız olmayı amaçlıyoruz.” diye seslendi.

 

 

 

“Yeni Türkiye’mizi layık olduğumuz düzeye eriştirebilmemiz için mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız. Çünkü; zamanımız tamamen bir ekonomi devresinden başka bir şey değildir. Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar ekonomik zaferlerle taçlandırılmamışlarsa, meydana gelen zaferler devamlı olamaz. Ekonomi demek, her şey demektir, yaşamak için, mutlu olmak için, insan varlığı için ne lazımsa onların hepsi demektir. Ziraat demektir, ticaret demektir, çalışma demektir, her şey demektir.”

UZAK GÖRÜŞLÜLÜĞÜ VE HAKLILIĞI TESCİLLENDİ
Okuduğunuz cümleleri Mustafa Kemal Atatürk, 1135 delegenin katılımıyla 17 Şubat ile 4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’deki Banka-Han binasında gerçekleşen 1’inci İktisat Kongresi’nin açılışında dile getirdi. Atatürk’ün bu önemli ifadeleri tarihe not düştüğü toplantı yapılırken Cumhuriyet henüz ilan edilmemişti. O günden bugüne ülkede ve dünyada yaşananlar; Atatürk tarafından özenle altını çizilen ‘ekonomik zafer ve tam bağımsızlık’ olgusunun ne derece hayati olduğunu ortaya koydu. Atatürk’ün uzak görüşlülüğünü ve haklılığını gözler önüne serdi.

CUMHURİYET ÖNCESİNDEKİ TABLO
1923’ten Atatürk’ün vefat ettiği 1938’e dek uygulanan ekonomi politikalarını değerlendirirken, Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önceki tabloya odaklanmak gerekiyor. 24 milyon kilometrekareye erişen toprakların büyük bölümü Osmanlı İmparatorluğu’nun elinden çıkmıştı. 1912-1913 yıllarındaki Balkan Savaşları evvelinde 38 milyon olan imparatorluğun nüfusu; bu savaşlarla 6,6 milyon, Birinci Dünya Savaşı’yla (1914-1918) da 3 milyondan fazla azalmıştı. Devlet 1 milyon civarında askerini, yani ordusunun yüzde 34’ünü yitirmişti. 1927 yılındaki Cumhuriyet döneminin ilk nüfus sayımına göre Türkiye 13.6 milyondu. Osmanlı ekonomisinde 1809 – 1838 yılları ticaret anlaşmaları sıralarında ve devamında 1878’e dek İngiltere; 1878’ten sonraysa Almanya söz sahibiydi. İleri seviyede yabancı pazarlara bağımlılık söz konusuydu.

“BİZ TAM BAĞIMSIZLIK İSTİYORUZ”
Atatürk’ün, Kazım Karabekir Paşa’nın başkanlığındaki 1’inci İktisat Kongresi’nde Osmanlı’nın son devirlerindeki icraatlarını, özellikle de kapitülasyonları açık bir dille eleştirdiği; “sürekli borçlanma anlayışına”, “üretim azlığına” ve “devlet yönetimindeki lüks, israf ve gösterişe” dikkat çektiği görülüyor. Atatürk, özetlediği tablonun Osmanlı’yı çöküntü ve iflasa sürüklediğini; milli sanayimize ve el sanatlarımıza ciddi darbeler indirdiğini belirtip kongredekilere “Oysa biz tam bağımsızlık istiyoruz, iktisadi, mali, adli, kültürel her alanda tam bağımsız olmayı amaçlıyoruz.” diye sesleniyor.

“MODERN TARIM METOTLARI UYGULANACAK”
Atatürk neyi amaçlıyordu ve bunları pratiğe dönüştürürken neleri ilke edinmişti? Bu ve benzeri soruların cevabı en net yine kendi ifadelerinde hayat buluyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘milli ekonomi politikasının temel ilkelerini” şöyle anlatıyor: “Her şeyden önce tarıma ve çiftçiye önem verilecektir. Çünkü ülkemiz halkının büyük bölümü tarımla uğraşan köylülerdir. Ve köylü, bu yeni dönemde efendimiz olacaktır. Bunun için köylüyü bir cendere gibi aşar vergisi kaldırılacaktır. Modern tarım metotları uygulanacak, köylüye gerekli olan destek kredisi Ziraat Bankası aracılığıyla sağlanacaktır. El sanatları ve yerli sanayi teşvik edilecektir.” Bu doğrultuda 1927’de “Sanayii Teşvik Kanunu” yürürlüğe giriyor.

“YABANCI SERMAYEYE KARŞI DEĞİLİZ”
“Yurdu demir ağlarla örme politikası milli iktisat politikamızın temel direkleri halinden biri haline getirilecektir. Bunun için bir yandan yeni demiryolları inşasına hız verilirken, öte yandan ecnebilerin işlettiği demiryolları satın alınacaktır. Milletleştirme politikası sadece demiryolları alanında değil, yabancıların elinde bulunan elektrik, tramvay, havagazı, kömür vs. işletmelerine de yazılacaktır.” diyen Atatürk, yabancı sermaye konusunda da şunları kaydediyor: “Biz aslında yabancı sermayeye karşı değiliz. Memleketimizin kaynakları geniştir; gelsinler, eşit şartlarda iş yapalım. Ama bu eskiden olduğu gibi tek taraflı olmayacak; her iki tarafın da eşit yararına olacaktır. Bunun için de ecnebi sermayesine gerekli her türlü güvenceleri vermeye hazırız.”, “Halkımızın tüccar sınıfını zengin edebilmek için ticaretin hariç ellerde olmasını engelleyecek tedbirler alınacaktır. Ticaret ve kaynaklar, bizden olan tüccarların elinde olacaktır.”

“ATATÜRK SANAYİYE DE ÖNEM VERMEKTEYDİ”
Prof. Dr. Bülent Daver, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı adına 14 Şubat 1995 tarihinde Afyon’da verdiği “Atatürk ve Ekonomi” başlıklı konferansta “Atatürk sanayiye hiç önem vermemiş değildi; bilakis gerek İzmir İktisat Kongresi’nde gerek birinci 5 yıllık kalkınma planı ile ve gerekse 1927 yılında çıkarılan Sanayi-i Teşvik Kanunu ile bu alanda önemli adımlar atılmasına çalışılmıştı. Ağır endüstri de ihmal edilmemişti. Zonguldak ve Karabük havzasında o zamanki Türkiye ölçülerine göre dev tesis sayılabilecek fabrikalar kurulmuştu. Karabük demir çelik fabrikaları bunların en önemlilerindendi. Eski kömür ve maden ocaklarının işletilmesine devam edilmişti. Çıkarılan ürünlerin ucuz taşınması için demiryolu politikasına özel önem verilmiş ve Anadolu’nun önemli bir kısmı ‘demir ağlarla’ örülmüştü. Son olarak ilave edelim ki, başlangıçta önemli ölçüde Sovyet Rusya’nın da desteğiyle Türkiye’nin bazı yerlerinde şeker fabrikaları, bez kombinaları vs. açılmıştı. Bunların çoğu bugün de faaliyettedir. 1923-1929 yılları arasında Türkiye’de uygulanan iktisat politikasının Anayasa’nın çizdiği teorik çerçeve içinde başlangıçta daha çok ılımlı, liberal kapitalist bir toplum oluşturma modeli öngörülmüş ve bu yolda bazı adımlar atılmıştı. Bu adımların en önemlilerinden biri de 1925 yılında Türkiye İş Bankası’nın kurulması olmuştur. Başına Atatürk’ün kişisel becerisine inandığı ve güvendiği Celal Bayar getirilmiştir. Sermayesinin önemli bir kısmı Atatürk tarafından sağlanmıştır.” diye konuşuyor.

EKONOMİDE DEVLETÇİLİK MODELİ
1929’da ABD’de başlayıp bütün dünyaya yayılan ekonomik buhran fırtınasından ister istemez Türkiye’nin de etkilendiğine işaret eden Daver, “Birçok devlet gibi Türkiye de 1930’dan itibaren ekonomide devlet müdahaleciliğine yer veren bir sisteme doğru kaymıştır.” tespitinin ardından şu bilgileri aktarıyor: “Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu çıkarılmış, döviz, para arzı ve dolaşımı işlevi sıkı kontrol altına alınmıştır. 1931’de toplanan CHP Kurultayı’nda ekonomide devletçilik modeli uygulanmasına karar verilmiştir. Devletçiliği, Atatürk ve arkadaşları kısaca ‘ferdin yapamayacağı işleri devlet yapar’ diye tanımlamışlardı.
Ekonomi politikasında buna üçüncü yol ya da karma ekonomi modeli de denilebilirdi. Devletçilik ilkesi 1937’deki Anayasa değişikliğiyle CHP’nin 6 okuyla birlikte Anayasa’ya da girmiş, Atatürk’ün ölümünden sonra İkinci Dünya Savaşı içinde kabul edilen olağanüstü hal ekonomi kanunları ve uygulamaları ile de artarak devam etmiştir. Bu kanunların en önemlilerine örnek İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde çıkarılan Milli Korunma Kanunu ve Varlık Vergisi kanunlarıdır.”

“TÜRKİYE’NİN ÖZ İHTİYAÇLARINDAN DOĞDU”
Atatürk devletçilik kavramının sınırlarını “Bizde devletçilik, bazılarının sandığı gibi sosyalist teorilerden ilham alınarak kurulmamıştır. Yani bizim devletçiliğimiz bir sosyalist ekonomi düzeni değildir ama devletçilik, liberal-kapitalist bir sistem de değildir. Devletçilik, Türkiye’nin koşullarından, öz ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir sistemdir.” ifadeleriyle çiziyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki (TBMM) 1 Kasım 1937 tarihli konuşmasında noktayı koyuyor: “Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılamaz; bununla beraber hiçbir piyasa da başıboş değildir.”

“EN İLERİ TÜRKİYE İÇİN EN KISA YOL”
Prof. Dr. Sadık Rıdvan Karluk ise 10 Kasım 2014 tarihindeki “Atatürk ve Ekonomi” konulu konferansında Atatürk’ün “Sanayileşme en ileri ve gelişmiş Türkiye’ye ulaşmak için en kısa yoldur. Vatan savunması buna bağlıdır.” dediğini vurgulayıp şunları anlatıyor: Atatürk’ün ekonomi politikasındaki hedefi ekonomik kalkınmadır. Bu hedef, döneme egemen olan “milli iktisat” kavramında somutlaşmaktadır. Atatürk, özel girişime dayalı ama özel girişimin yeterli olmadığı alanlarda devletin yer aldığı, yabancı sermayeye karşı olmayan ancak bunun da milli çıkar çerçevesinde değerlendirildiği bir ekonomi anlayışına sahiptir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında izlenen temel ekonomi politikası ilke olarak özel girişim eliyle serbest piyasa şartlarında sanayileşmektir. Devlet; özel girişimi desteklemiş, özel sektörün yetersiz kaldığı, sektörü karlı bulmadığı alanlarda ekonomiye müdahale ederek yatırım yapmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nde devletçilik ilkesini Başbakan İsmet İnönü, 30 Ağustos 1930 tarihinde Kayseri Sivas demiryolunu işletmeye açarken yaptığı konuşmada “mutedil devletçilik” olarak açıklamıştır. Bu ilke, 10-18 Mayıs 1931 tarihlerinde toplanan CHP Üçüncü Kurultay’ında kabul edilmiştir. Daha sonra 1935’de CHP’nin Programı’na, 5 Şubat 1937 tarihinde de 3115 sayılı Yasa ile Anayasa’ya girmiştir. Aslında devletçilik ilkesi, Cumhuriyet döneminde devletçilik politikası çerçevesinde hazırlanan ve dünya kapitalist sistemi içinde ilk uygulamaya konulan Türk Sanayi Planları’nın, Sovyetler Birliği’ndeki ekonominin her sektörünü kapsayan merkezi planlar ile bir benzerliği yoktur. Devletçi politika izlenerek ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmeye çalışıldığı 1933’den sonraki dönemde özel kesim korunmuş ve teşvik edilmiştir. 1927 tarihli Teşvik-i Sanayi Kanunu, 15 yıl için yürürlükte olduğu için 1942 yılına kadar özel sektör bu yasa çerçevesinde teşvik edilmeye devam edilmiştir. Ülkede piyasa ekonomisi kuralları geçerlidir ve temel ilke yine özel girişimin gelişmesidir.”

1928’E DEK GÜMRÜKLERİ DÜZENLEME YETKİSİ YOK
Prof. Dr. Karluk’un konferansta kaydettiği şu bilgiler de hayli kritik: “Atatürk’ün ekonomi politikası değerlendirilirken Türkiye Cumhuriyeti’nin Lozan Anlaşması uyarınca 1928 yılına kadar gümrükleri düzenleme yetkisinin olmadığı göz önüne alınmalıdır. Bu sebeple Türkiye 1928 yılına kadar zorunlu olarak serbest dış ticaret politikası uygulamıştır. Bu sebeple dış ticaret açık vermiştir. Gümrük korumasına geç başlanılmasının sebebi, Lozan Barış Anlaşması’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin gümrük tarifelerini 5 yıl süreyle 24 Ağustos 1928 tarihine kadar 1 Eylül 1916 tarihinde olduğu seviyede tutma yükümlülüğüdür. Buna rağmen Hükümet yerli sanayicilerin üretimini iç vergilerden muaf tutarak, prim ödeyerek, ucuz kredi sağlayarak, ithal malları üzerine tüketim vergisi koyarak onları korumuş ve Ekim 1929’da da “spesifik tarifeler” uygulayarak etkili bir koruma sağlamıştır. İthalattan alınan vergilerin oranı Ekim 1929’da yüzde 26 iken, oran bir yıl sonra yüzde 38’e yükseltilmiştir.”

1923-1938 ARASI, EN İSTİKRARLI GELİŞME DÖNEMİ”
Karluk konferansı dinleyenlerle şu yargısını da paylaşıyor: “Cumhuriyetin (2014 yılı itibariyle) 91 yıllık uygulamasında O’nun yönetimdeki 15 yıllık Atatürk dönemi, dünya ekonomik krizine, kıt ekonomik kaynaklara, yetersiz sermaye birikimine, yetişmiş insan gücü kıtlığına, alt yapının eksikliklerine, içerdeki ve dışarıdaki olumsuz siyasi gelişmelere rağmen, ekonominin en istikrarlı gelişme dönemi olmuştur.”

ATATÜRK’E GÖRE BÜTÇEDE DENKLİK ESAS
“Asayiş ve huzurun”, “savunma ve dış işlerinin”, “milli eğitimin”, “sağlık hizmetlerinin”, “ulaştırmanın”, “sosyal güvenliğin” ve “zirai, ticari ve iktisadi işlerin” devletin temel görevleri olduğunu belirten Atatürk’e göre bütçede denklik esas ve bütçe açığı kabul edilemez bir durum. Ekonomik bağımsızlığın temini, devlet hazinesinin yurt içinde ve yurt dışında güçlü olmasından geçiyor.

SANAYİ ÜRETİMİ YÜZDE 80 ARTTI
Atatürk döneminde hayata geçirilen 45 fabrika ve tesis sayesinde ağır sanayi üretimi 1929-1938 yılları arasında ağır sanayi üretimi yüzde 152, toplam sanayi üretimiyse yüzde 80 oranında arttı. Kömürde yüzde 100, kromda yüzde 600, diğer madenlerde de yüzde 200 artış gerçekleşti. Demirde sıfır üretimden 180 bin tona ulaşıldı. Şeker üretimi 200 milsine çıktı. Tekstil sanayi ülke ihtiyacının yüzde 80’ini karşılar hale geldi. Pamuk ürünleri imalatı 1924-1929 döneminde 70 tondan 3773 tona, yün imalatı 400 tondan 763 tona ve ipek imalatı da 2 tondan 31 tona yükseldi.

TÜRKİYE’DEKİ İKTİSAT KONGRELERİ
17 Şubat-4 Mart 1923, 1’inci İzmir İktisat Kongresi

2-7 Kasım 1981 tarihli 2’inci İzmir İktisat Kongresi. 24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi sonrasında düzenlenen kongrede açık bir ekonomi modelinin uygulamaya geçirileceği duyuruldu.

4-7 Haziran 1992 tarihli 3’üncü İzmir İktisat Kongresi. “21’inci Yüzyıl’a doğru Türkiye” temasıyla toplandı. Küreselleşme (globalleşme) sürecine entegrasyon vurgusu yapıldı. Avrupa Birliği’yle (AB) ilişkiler ve Gümrük Birliği konuları ele alındı.

5-9 Mayıs 2004 tarihli İzmir İktisat Kongresi. Bu defa “Türkiye İktisat Kongresi” adıyla gerçekleşti. AB’ye tam üyelik ve bilgi toplumu üzerinde duruldu.

30 Ekim-1 Kasım 2013 tarihli 5’inci İzmir İktisat Kongresi. 4 bin 409 yerli ve yabancı davetlinin katımıyla bu kategorideki en kalabalık kongre oldu. 34 panel yapıldı.

1’İNCİ İZMİR İKTİSAT KONGRESİ KARARLARI
Misak-ı İktisadi’nin (Milli Ekonomi İlkesi) kabul edildiği ve Atatürk’ün de katıldığı kongrede özetle şu konularda görüş birliğine varıldı:
-El işçiliği ve küçük işletmelerden acilen fabrikasyon siteme geçilmelidir.
-Devlet ekonomik açıdan güç kazanmalıdır. Özel sektörün kurduğu teşebbüsleri devlet desteklenmelidir.
-Özel teşebbüse destek ve kredi sağlamak amacıyla iki devlet bankası kurulmalıdır.
-Dışarıyla rekabet edebilmek için sanayi bir bütünlük içinde kurulmalıdır. Yabancıların tekellerinden kaçınılmalıdır.
-Demir yollarının kısa sürede yapılmasına başlanmalıdır.
-İşçilere amele değil işçi denilmelidir.
-Sendika hakkı tanınmalıdır.

ATATÜRK DÖNEMİNDE KURULAN FABRİKA VE TESİSLER
1-Ankara Fişek Fabrikası, 1924; 2-Gölcük Tersanesi, 1924; 3- Şakir Zümre Fabrikası, 1925; 4- Eskişehir Hava Tamirhanesi, 1925; 5-Alpullu Şeker Fabrikası, 1926; 6-Uşak Şeker Fabrikası, 1926; 7-Kırıkkale Mühimmat Fabrikası, 1926; 8-Bünyan Dokuma Fabrikası, 1927; 9-Eskişehir Kiremit Fabrikası, 1927; 10-Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası, 1928; 11-Ankara Çimento Fabrikası, 1928; 12-Ankara Havagazı Fabrikası, 1929; 13-İstanbul Otomobil Montaj Fabrikası, 1929; 14-Kayaş Kapsül Fabrikası, 1930; 15- Nuri Killigil Tabanca, Havan ve Mühimmat Fabrikası, 1930; 16-Kırıkkale elektrik santrali ve çelik fabrikası, 1931; 17-Eskişehir Şeker Fabrikası, 1934; 18-Turhal Şeker Fabrikaları , 1934; 19-Konya Ereğli Bez Fabrikası, 1934; 20-Bakırköy Bez Fabrikası, 1934; 21- Bursa Süt Fabrikası, 1934; 22-İzmit Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası,1934; 23- Zonguldak Antrasit Fabrikası, 1934; 24-Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası, 1934; 25-Keçiborlu Kükürt Fabrikası, 1934; 26-Isparta Gül Yağı Fabrikası, 1934; 27-Ankara, Konya, Eskişehir ve Sivas Buğday Siloları, 1934; 28-Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası, 1935; 29-Kayseri Bez Fabrikası, 1934; 30-Nazilli Basma Fabrikası, 1935; 31-Bursa Merinos Fabrikası,1935; 32-Gemlik Suni İpek Fabrikası, 1935; 33-Keçiborlu Kükürt Fabrikası, 1935; 34-Ankara Çubuk Barajı, 1936; 35-Zonguldak Taş Kömür Fabrikası (1935); 36-Barut, Tüfek ve Top Fabrikası (1936); 37-Nuri Demirağ Uçak Fabrikası, 1936 (İlk Türk uçağı Nud 36, burada üretildi.) ; 38-Malatya Sigara Fabrikası, 1936; 39-Bitlis Sigara Fabrikası, 1936; 40-Malatya Bez Fabrikası, 1937; 41-İzmit Kağıt ve Karton Fabrikası, 1934; 42-Karabük Demir Çelik Fabrikası, 1937; 43-Divriği Demir Ocakları, 1938; 44- İzmir Klor Fabrikası, 1938; 45-Sivas Çimento Fabrikası, 1938.

 

Bizi Paylaşın
Continue Reading
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir