Connect with us

Dünya Gündemi

DEMOKRASİNİN YOLU BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNDEN GEÇİYOR…

Demokrasinin uygulandığı bütün rejimlerde, “parlamenter sistem, başkanlık ya da sembolik monarşi fark etmeksizin” kuvvetler ayrılığı esas. Yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirlerine üstünlükleri yok. Demokratik yönetimlerde basın dördüncü kuvvet konumunda. Bu özelliğinden dolayı, otoriter eğilimlere sahip kesimlerin birincil hedefi durumunda. Demokrasi zeminindeki erozyon ilk önce basın özgürlüğünün tırpanlanmasıyla başlıyor. İleri demokrasinin en temel ilkeleri ise şeffaflık, hesap verebilirlik ve denetlenebilirlik. Bu ilkelerin hakkıyla hayat bulması da özgür basının mevcudiyetiyle mümkün.

 

3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde tablo şöyle: Türkiye; Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Örgütü’nün her yıl düzenlediği Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 2021 yılında 180 ülke arasında 153’üncü sırada; Freedom House tarafından yayınlanan 210 ülke ve bölgenin karşılaştırıldığı 2022 Dünya Özgürlük Raporu’nda ise 2021 yılındaki gibi 32 puanla “özgür olmayan ülkeler kategorisinde” yer aldı.

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ İLE HALKIN ÖZGÜRLÜĞÜ DOĞRUDAN İLİŞKİLİ…
Endeks ile rapordaki bilgiler ortaya koyuyor ki, basın özgürlüğü ile ülkelerdeki genel özgürlük kriterleri arasında paralellik söz konusu. Her iki listede Kuzey Avrupa ülkeleri Norveç, Finlandiya ve İsveç ilk üçte. Bu ülkelerin ortak özelliği, ileri demokrasinin günümüzdeki en iyi örneklerini hayata geçirmiş olmaları. İleri demokrasinin en temel ilkeleri ise şeffaflık, hesap verebilirlik ve denetlenebilirlik. Bu ilkelerin hakkıyla hayat bulması da özgür basının mevcudiyetiyle mümkün.

MEDYA, OTORİTER EĞİLİLERİN BİRİNCİL HEDEFİ…
Demokrasinin uygulandığı bütün rejimlerde, “parlamenter sistem, başkanlık ya da sembolik monarşi fark etmeksizin” kuvvetler ayrılığı esas. Yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirlerine üstünlükleri yok. Demokratik yönetimlerde basın dördüncü kuvvet konumunda. Bu özelliğinden dolayı, otoriter eğilimlere sahip kesimlerin birincil hedefi durumunda. Demokrasi zeminindeki erozyon ilk önce basın özgürlüğünün tırpanlanmasıyla başlıyor.

BASINI SUSTURMA VE SİNDİRMENİN EN KESTİRME YOLU…
Yazılı, görsel ve işitsel bütün basın organlarının özgürce yayın yapabilmesi ekonomik açıdan ayakta kalabilmelerine bağlı. Başlıca gelir kaynakları ürün satışı ve alınan ilanlar. Basını susturma veya sindirme girişimlerinin en kestirme yolu, gelir kaynaklarına doğrudan müdahale edilmesi. Kamu gücü kullanılarak hem devlete hem de özel sektöre ait kuruluşların ilan akışını kesmeye zorlanması.

TGS BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ 2021 RAPORU…
Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS), 1 Nisan 2020 ile 1 Nisan 2021 dönemini kapsayan “Basın Özgürlüğü Raporu”na göre, bu süre zarfında 62 haber sitesine ve 1411 haber içeriğine erişim engellendi. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) toplamda 7 milyon 488 bin 851 TL idari para cezası ve 41 defa yayın durdurma cezası verdi. 322 basın kartı iptal edildi. Basın İlan Kurumu (BİK) gazetelere toplam 212 gün ilân kesme cezası kesti.

GAZETECİLER CEZAEVİNDE…
Basına yönelik baskı ve yıldırma faaliyetleri idari para cezaları ve ilan kesmelerle sınırlı değil. Gazeteciler özgürlüklerinden mahrum bırakılıyor ve saldırıya uğruyor. Şu istatistikler de aynı TGS raporundan: Türkiye’de 43 gazeteci, gazetecilik faaliyetleri yüzünden cezaevinde. Son 1 yıl içinde 57 gazeteci toplam 144 gün gözaltında kaldı, 6 gazeteci gözaltındayken darp edildi. 128 farklı davada 274 gazetecinin yargılandı. Davalarda gazetecilere toplam 226 yıl 8 ay 25 gün hapis cezasına hükmedildi. 44 gazeteci fiziksel saldırıya uğrarken, 23 gazeteci tehdit edildi.

“BASIN BELADAYSA, HERKESİN BAŞI BELADA”
TGS’nin “Basın Belada” başlıklı açıklamasında şöyle denildi: “Türkiye’de medya özgür değil. Gazeteciler sansürleniyor, kovuluyor, hapse atılıyor. Böylece toplum haber alma hakkını, ülkemiz demokrasisini kaybediyor. Çünkü basın beladaysa, demokrasi askıda. Basın beladaysa, herkesin başı belada.”

Raporda ayrıca gazetecilik mesleğindeki işsizliğe de dikkat çekildi. Güvencesiz ve sigortasız çalışanlar dahil işsizlik oranının yüzde 35-40 seviyesine çıktığı belirtildi.

“MEDYANIN YÜZDE 90’I İKTİDARIN DENETİMİNDE”
Hükümeti, “Gazetecileri özgür bırakmaya, gazetecilere yönelik fiziksel saldırıları engellemeye, sorumlularını bulup cezalandırmaya” çağıran Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) açıklamasında da “Medya kuruluşlarının yüzde 90’ının iktidarın denetimi altında olduğu, 12 bin gazetecinin işsiz bırakıldığı, yazdıkları ve düşünceleri nedeniyle haklarında binlerce dava açıldığı, 43 gazetecinin hapishanede olduğu Türkiye’de özgür bir basından söz edemiyoruz.” ifadesine yer verildi.

“TEK BİR HAKİM KARARIYLA YAYINLAR DURDURULUYOR”
TGC Genel Sekreteri Sibel Güneş şunları dile getirdi: “AKP, 2002’de iktidara gelmesinin ardından 2 yıl basınla olumlu bir ilişki kurdu. 2004’ün sonundan itibaren iktidar, oyuyla geldiği vatandaşların hangi haberleri okuyup okumayacağına kendisi karar verdi. İktidar, basın özgürlüğünü gazete ve dergi, TV ve internet sitesi sayısıyla ölçüyor. Bu çok sorunlu bir bakış açısı. Yayınların yüzde 90’ı iktidar kontrolünde. Demokratik toplumlarda halkın haber alabilmesi ve tercihlerini sağlıklı bir şekilde yapabilmesi için iktidar ve ortaklarının kamu yararına olmayan faaliyetlerinin vatandaşa ulaştırılabilir olması lazım. İktidar gazeteciler üzerindeki baskısını 2004’ten bu yana ağır bir şekilde sürdürdü. Gelinen noktada yüzlerce yayın organı kapandı, 12 bin gazeteci işsiz kaldı. Tek bir hakim kararıyla yayınlar durduruluyor. Kitaplar toplatılıyor.”

İlk Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ne 99’uncu sıradan giren Türkiye, 2016’da 151, 2017’de 155, 2018 ve 2019’da ise 157’nciliğe kadar geriledi. 2020’de 154’üncüydü. Belarus beş basamak düşüş kaydedince 2021’de 153’üncü oldu.

99’UNCULUKTAN 153’ÜNCÜLÜĞE…
Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), son yirmi yıldır “medyada çoğulculuk, medya ortamı ve bağımsızlığı, otosansür ve habere yönelik müdahaleler, yasal çerçeve, şeffaflık, altyapı ve ihlaller” gibi onlarca parametreyi değerlendirerek 180 ülkenin Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ni hazırlıyor. İlk endekse 99’uncu sıradan giren Türkiye, 2016’da 151, 2017’de 155, 2018 ve 2019’da ise 157’nciliğe kadar geriledi. 2020’de 154’üncüydü. Belarus beş basamak düşüş kaydedince 2021’de 153’üncü oldu.

AK PARTİ ELEŞTİRDİĞİ AKREDİTENİN ALASINI UYGULUYOR…
28 Şubat 1997 Post Modern Darbesi’nden sonra, Türkiye’de gazeteciler “akredite” kavramıyla tanıştı. Bazı basın kuruluşlarının Türk Silahlı Kuvvetleri’nce (TSK) organize edilen etkinliklere katılması engellendi. Medyanın “muhalif ve yandaş” diye iki ana kutba ayrıldığı 2022 Türkiye’sinde AK Parti, iktidara gelirken çok ciddi eleştirdiği “akreditenin” daha koyusunu pratiğe geçirdi. Aleyhinde haberler yayınlayan basın kuruluşlarıyla arasına fiziki mesafe koydu. Basın toplantılarında gazeteciler müsaade edilen konularda soru yöneltebilir hale geldi.

Türkiye ,Freedom House tarafından yayınlanan 210 ülke ve bölgenin karşılaştırıldığı 2022 Dünya Özgürlük Raporu’nda 2021’deki gibi 32 puanla “özgür olmayan ülkeler” arasında yer aldı.

TÜRKİYE, ÖZGÜR OLMAYAN YÜZDE 38’LİK DİLİMDE…
Freedom House da, 210 ülke ve bölgede “insanların siyasi haklara ve sivil özgürlüklere erişimini 100 puan üzerinden değerlendirerek” her yıl “Dünyada Özgürlük Raporu” yayınlıyor. Ülkelerdeki “siyasal katılım, seçim süreçleri, ifade özgürlüğü, örgütsel haklar, hukukun üstünlüğü” ve benzeri konu başlıkları altında inceleniyor. 100 tam puanın 60’ı sivil özgürlükler. 40’ı da siyasi haklara ait. Aldığı puanlarla ülkeler “özgür, kısmen özgür ve özgür olmayan” kategorilerine ayrılıyor. 2022 itibarıyla dünya nüfusunun yüzde 20’si özgür, yaklaşık yüzde 38’i ise özgür olmayan ülkelerde yaşıyor. Yüzde 38, 1997’den beri en yüksek oran.

70 puanın üzeri özgür ülke diye tanımlanıyor.” Peru (72), Gana (80), Yunanistan (87) ve Uruguay (97) bu kategoride. Türkiye ise 2021’den bu yana 32 puanla “özgür olmayan ülkeler” arasında.

“2016 SONRASI MUHALİF SESLERE BASKI ARTTI”
Şu cümleler raporun Türkiye’yle ilgili bölümünden: “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) yönetimindeki ilk yıllarda Türkiye’de liberal reformların hayata geçirildiği ve fakat iktidarın devam ettiği yıllarda sivil özgürlükler ve siyasi haklarda hızlı bir düşüş trendi yaşanıyor. 2016 yılı sonrası muhalif sesler üzerindeki baskı artıyor ve 2017 Anayasa değişikliği sonrası başkanın geniş yetkileri denge ve denetleme mekanizmasını ortadan kaldırıyor. Recep Tayyip Erdoğan, Türk siyasetine hükmederken derinleşen ekonomik kriz ve yaşanan siyasi gelişmeler hükümete muhalefeti bastırmak ve kamusal söylemi sınırlandırmak için yeni fırsatlar tanıyor.”

The Boston Globe’un  araştırma haberlere imza atan “Spotlight” adlı ekibi, dini otorite konumundaki kilisenin örtbas etmeye çalıştığı cinsel taciz ve istismar vakalarını sabırla araştırdı ve yılmadan tanıklarla konuşarak kamuoyuna duyurdu. Ekip, 2001’deki haberleriyle 2003’te Pulitzer Ödülü’nü kazandı. Olayın beyazperdeye aktarıldığı Spotlight isimli film 2006 yılında 88’inci Oscar Ödülleri’nde en iyi film ödülüne layık görüldü. 

SPOTLIGHT ARAŞTIRMASI…
Medyanın önemine ve fonksiyonuna dair biri yurt dışından üç örnek olay hayli karakteristik izler taşıyor. İlk olay ABD’den. Hâlen ülkedeki en eski araştırmacı gazete birimi niteliğindeki The Boston Globe’un “Spotlight” ekibi, 2001’deki haberleriyle 2003’te Pulitzer Ödülü’nü kazandı. Olayın beyazperdeye aktarıldığı Spotlight isimli film 2006 yılında 88’inci Oscar Ödülleri’nde en iyi film ödülüne layık görüldü. Ekip, dini otorite konumundaki kilisenin örtbas etmeye çalıştığı cinsel taciz ve istismar vakalarını sabırla araştırdı ve yılmadan tanıklarla konuşarak kamuoyuna duyurdu. İlk haberlerden sonra çok sayıda mağdur Spotlight ekibine hikayelerini anlattı. 2002 yılı boyunca skandal hakkında 600 civarında habere imza atıldı. Sürecin sonunda 249 Katolik din adamı cinsel istismardan suçlu bulundu. Cinsel taciz ve istismardan kurtulan 1000’i aşkın insanın sesi tüm dünyaya iletildi. Araştırma Marty Baron’un 2001 yılında Boston Globe gazetesine yayın direktörü olmasıyla ateşlendi. Walter Robinson’un liderlik ettiği Michael Rezendes, Sacha Pfeiffer ve Matt Carroll’dan oluşan Spotlight ekibi konuyu daha derinlemesine incelediğinde “olayın başlangıçta düşündüklerinden çok daha ileri boyutta olduğunu ve Katolik Kilisesi’ndeki skandalın Boston sınırlarını aşan büyüklüğe ulaştığını” gördü. Robinson ve ekibi “bu kadar geniş çaplı ve korkunç bir skandalın o vakte kadar nasıl gizlendiğine” akıl sır erdiremiyordu. Rahiplerin çocuklara cinsel istismarı zaman zaman basına yansımasına rağmen her defasında örtbas edilmişti. Sızanlar buzdağının sadece görünen kısmıydı.

Boston Globe gazetesini 11 yıl yöneten ve ardından The Washington Post’ta aynı görevi yapan Martin Baron. “Halkın gazetecilerin sorumluluğunu sorguladığı zamanlardayız. Bu yüzden yapabileceğimiz en sorumsuzca şey, güçlü kurum ve kişileri hesaba çekmekten vazgeçmek olacaktır.” diyor.

“ARAŞTIRMACI GAZETECİLİK TEHDİT ALTINDA”
Boston Globe gazetesini 11 yıl yöneten ve ardından The Washington Post’ta aynı görevi yapan Martin Baron’un şu söyledikleri medyanın kritik görevi açısından hayli önem arz ediyor: “Araştırmacı gazetecilik hiç şüphesiz tehdit altında. Çünkü basın yayın kuruluşları bugün geçmişe göre çok daha az kaynağa sahip. Herkes personel çıkarıyor. Oysa gerçek gazetecilik zaman alır, masraflıdır, büyük çaba ve adanmışlık gerektirir. Birçok kuruluş bu kaynağı ayırmakta gönülsüz. Masrafı göze alamıyorlar. Yine de ben, özellikle de Amerikan medyasının, araştırmacılığın gazeteciliğin özü olduğunu artık kavradığını düşünüyorum. Halkın gazetecilerin sorumluluğunu sorguladığı zamanlardayız. Bu yüzden yapabileceğimiz en sorumsuzca şey, güçlü kurum ve kişileri hesaba çekmekten vazgeçmek olacaktır. Yani gerçeği keşfedip anlatmak bizim gazeteciliğimizin asli unsuru. Kimliğimiz de bu bizim, ruhumuz da. Zaten okurumuzun bizden beklediği de bu. Israr ediyorlar. Ve istediklerini yapamazsak bizi bırakacaklar. Demek ki gazetecilik misyonumuzu yerine getiremezsek ortada okur falan da kalmayacak.”

TÜRKBANK OLAYI…
İkinci örnek olay, Türkbank’ın (Türk Ticaret Bankası) özelleştirme ihalesiyle ilgili. Hisselerinin yüzde 84,52 Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’ndaki (TMSF) bankanın Ocak 1998’de satışına karar verildi. 25 kişi ve Şirket İhale Şartnamesi ve diğer dokümanların bulunduğu dosyayı TMSF’den aldı. İhale günü beş firma yarıştı: Zorlu Holding, Erol Aksoy’un Avrupa ve Amerika Holding’i, Hayyam Garipoğlu’nun İpek İplik Tekstil Sanayii, Ali Balkaner’in As Yapı Endüstrisi ve Korkmaz Yiğit’in Korkmaz Yiğit İnşaat’ı. İhale 4 Ağustos 1998’de açık arttırma usulüyle gerçekleşti. Beşinci turda Aksoy 585 milyon, Zorlu 595 milyon önerirken, Yiğit 600 milyon dolarla Türkbank’ın yeni sahibi oldu. İhale öncesindeki süreç doğal ilerlememişti. Korkmaz Yiğit, ihaleye girmesi muhtemel işadamlarına gizli ittifaklar teklif etmişti. Öte yandan kimi milletvekilleri aracılığıyla Başbakan Mesut Yılmaz ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner’le iletişime geçmeye çalışmıştı. İddiaya göre işadamlarının tehdit yoluyla ihaleden çekilmeleri için Alaattin Çakıcı’dan destek talep etmişti.

Mesut Yılmaz yönetimindeki Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti ve Demokrat Türkiye Partisi’nden oluşan 55’inci Hükümet (ANASOL-D) kuruluşundan 1 yıl 195 gün sonra Türkbank skandalı sebebiyle  iktidarını kaybetti.

55’İNCİ HÜKÜMET’İ YIKAN KASET…
Yiğit ihaleyi alınca Kanal 6 ve Kanal E televizyonları ile Milliyet ve Yeni Yüzyıl gazetelerini bünyesine kattı. Medya-siyaset-ticaret üçgeninin tipik örneklerinden biri vücut bulmuştu. İşin içine mafya da karışmıştı. CHP Mersin Milletvekili Fikri Sağlar’ın 13 Ekim’de Çakıcı ile Yiğit’in görüşmelerini içeren kaseti basına açıklamasıyla işler tersine döndü. Sağlar, Başbakan Mesut Yılmaz dahil kabine üyelerinin bu kasetten haberdar olmasına rağmen ihalenin iptaline dönük işlem yapmadığını ileri sürdü. “Yiğit’in Çakıcı’yla ilişkili olduğu ve ihaleyi kazanmak için bazı işadamlarını tehdit ettirdiğini anlatan bir kripto” ortaya çıktı. Hükümet, kaset sonrası Türkbank’ın satışını iptal etti ancak bu hamlesi TBMM’deki gensoruyu engelleyemedi. Çünkü Korkmaz Yiğit her şeyi 10 Kasım 1998’de sahibi olduğu Kanal 6 ve Kanal E’de itiraf etti. Böylelikle Mesut Yılmaz yönetimindeki Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti ve Demokrat Türkiye Partisi’nden oluşan 55’inci Hükümet (ANASOL-D) kuruluşundan 1 yıl 195 gün sonra iktidarını kaybetti.

SUSURLUK KAZASI…
3 Kasım 1996 tarihinde saat 19:25 sularında Balıkesir-Bursa karayolunda Susurluk ilçesi Çatalceviz mevkiinde meydana gelen trafik kazasında “siyaset-mafya-emniyet bürokrasisi ilişkisi” ortaya döküldü. Kamyonla çarpışan Mercedes marka otomobilin içinde DYP (Doğru Yol Partisi) Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak, İstanbul Kemalettin Eröge Polis Okulu Müdürü Hüseyin Kocadağ, Mehmet Özbay sahte kimlikli Abdullah Çatlı ve Gonca Us vardı. Kocadağ, Çatlı ve Us kaza sırasında hayatını kaybederken Bucak yaralı kurtuldu. Bucak’a ait 06 AC 600 plakalı siyah renkli Mercedes, Hüseyin Kocadağ’ın şoförlüğünde İstanbul’a yol almaktaydı. Medyanın özgürce olayın üzerine gitmesiyle ülkenin en önemli skandallarından birini tüm detaylarıyla gözler önüne serildi. Dönemin Başbakanı Necmet Erbakan, “Faso fiso” diye nitelese de, “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” ismi verilen sivil toplum eylemiyle kararlılıkla skandalın üzerine gidildi.

2022 DÜNYA ÖZGÜRLÜK RAPORU
Raporun linki: https://freedomhouse.org/report/freedom-world/2022/global-expansion-authoritarian-rule
Ülke sıralamalar: https://freedomhouse.org/countries/freedom-world/scores?sort=desc&order=Total%20Score%20and%20Status
Türkiye bölümühttps://freedomhouse.org/country/turkey/freedom-world/2022

 

2022 DÜNYA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ ENDEKSİ’NDE TÜRKİYE 149’UNCU SIRADA…

https://www.kobiyasam.com.tr/2022/05/03/2022-dunya-basin-ozgurlugu-endeksinde-turkiye-149uncu-sirada/

Bizi Paylaşın
Continue Reading
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir