Faruk Bangir
AŞKTAN ÖTE BİR BAĞ, ÖLÜMDEN AĞIR BİR VEDA: ÇİĞDEM TALU-MELİH KİBAR…
Melih Kibar ve Çiğdem Talu hikayesi, birbirlerinden ilham alarak başlar. Başka kariyerler yaparken gönüllerinde yatan asıl mesleği birbirlerinden aldıkları cesaretle ortaya çıkardıkları ve ruhlarını yarattıkları şarkılarda bedenleştirdikleri bir hikayedir bu… Belki de bu yüzden sadece “aşk” kelimesinin yeterli gelemeyeceği “bir dil, yol, amaç ve ruh birlikteliğidir” de aynı zamanda. Yıllarca birçok aşka, özleme ve sevgiye ses olan bu ikilinin birbirine vedası umulmayacak kadar sessiz olur. Talu’nun ölümünden sonra derin bir sessizliğe gömülen Kibar’ın parmakları uzun bir süre piyanoya gitmez. Gittiğinde ise dökülen ilk şarkı Sessiz Veda’dır.
24’ünde Boğaziçi Üniversitesi’nde kimya mühendisliği okuyan bir öğrencidir Melih Kibar. Aynı zamanda konservatuarın piyano bölümünü bitirmiş, Timur Selçuk’un öğrencisidir. Bir gün derste ödev olarak “ilk kez katılacağımız Eurovision’a bir sinyal müziği bestelenmesini” ister Selçuk. Ödevi ilk yapan Melih Kibar’dır. Hatta önce utancından bir şarkı bestelediğini söyleyemez. Ama diğer öğrencilerden ses çıkmayınca utana sıkıla çalar. Dinler dinlemez “aranılan parça bulundu” diyerek Selçuk yerinden kalkar.
KİBAR, BAŞLARDA BAŞARISININ FARKINDA DEĞİLDİR
Eser, bir sinyal müziği olarak bestelenmesine rağmen yarışan diğer parçalar kadar puan toplar. Hatta yıllarca Eurovision’da Türkiye’nin resmi parçası olur. Kibar o günlerde başarısının çok farkında değildir. Öğrenci olduğu için Ankara’ya gidemez, yarışma gecesini evinde televizyondan izler. Kendi parmaklarıyla hayat verdiği şarkıyı duyduğunda televizyonun önüne çöküp ağlar.
İLK 45’LİĞİ ÇOBAN YILDIZI…
Derken şarkının 45’liğe dönüştürülmesine karar verilir ancak isim gerekmektedir. Bir şair hanımdan yardım istenir. O da son derece isabetli bir biçimde “Çoban Yıldızı” der. Çünkü bu yıldızın “aynı çobanlara yol gösterdiği gibi Melih Kibar’ın da hayatına yön vereceğini” hissetmiştir. Kibar bu ismi ilk duyduğunda “aşırı romantik” bulsa da itiraz edemez. 45’lik, Ferahnak makamında bestelediği ikinci bir parça ile kısa sürede dinleyicisine kavuşur.
ÇİĞDEM TALU BİRLİKTELİĞİNİN İLK KIVILCIMI…
Çiğdem Talu işte o dinleyicilerden biridir. 36 yaşında bir İngilizce öğretmeni olan Talu aslen edebiyatçı bir aileden gelmesine rağmen, o güne kadar hiç bu alana ilgi duymamıştır. Ancak “bu 45’likle, özellikle de Ferahnak makamındaki besteyle tanışınca; bir de üzerine bunları 24 yaşında bir gencin bestelediğini öğrenince” yakın dostu Timur Selçuk’tan onları bir araya getirmelerini rica eder.
İKİLİNİN İLK ŞARKISI: İŞTE ÖYLE BİR ŞEY…
1975 yılının 25 Mayıs’ı, bir gece yarısı Melih Kibar, arkadaşı Mustafa Oğuz ile Çiğdem Talu’nun Bebek sırtlarındaki evine, Marmaris’te düzenlenecek bir festival projesini görüşmeye ziyarete giderler. Bu karşılaşma birlikte geçirecekleri 8 yıl, 3 günlük birlikteliğin ilk anıdır. Gecenin finalinde Kibar, bestelediği bir başka şarkının kaydını Talu’ya bırakarak o evden ayrılır. “İşte Öyle Bir Şey”in hikayesi böyle başlar; İkilinin birlikte hayat vererek yarattığı ilk şarkı olarak…
ARDINDAN “SEVDAN OLMASA” GELİR…
Öyle ki, Kibar daha sonra bu şarkıdan bahsettiğinde “Neden bestelediğimi bilmediğim bir parçanın içindeki ruhu Çiğdem çıkarmıştı. Ben de bir söz yazacak olsam her harfine kadar aynı olurdu” der. Şarkı yine bir Kibar & Talu eseri olan “Sevdan Olmasa” ile birlikte Erol Evgin tarafından seslendirilir ve uzun süre müzik listelerinin ilk sırasında yer alır.
BİR DİL, YOL, AMAÇ VE RUH BİRLİKTELİĞİ…
Melih Kibar ve Çiğdem Talu hikayesi, birbirlerinden ilham alarak başlar. Başka kariyerler yaparken gönüllerinde yatan asıl mesleği birbirlerinden aldıkları cesaretle ortaya çıkardıkları ve ruhlarını yarattıkları şarkılarda bedenleştirdikleri bir hikayedir bu… Belki de bu yüzden sadece “aşk” kelimesinin yeterli gelemeyeceği “bir dil, yol, amaç ve ruh birlikteliğidir” de aynı zamanda.
TALU, KİBAR’IN EN BÜYÜK DESTEKÇİSİ OLUR
Talu, Kibar’ın müzik kariyerinin en büyük destekçisi olur. Onu yeni besteler üretmeye, şarkılar yazmaya yüreklendirir. Öte yandan Kibar’ın yine mantığı ağır basar ve kimya mastırını tamamlamak için babasıyla Londra’ya gider. Gittiği ilk gece yaşadığı olay, belki de bu ilişkinin kendine has bağının en somut göstergesi olarak tarihe geçecektir.
KİBAR, LONDRA’DA; TALU İÇİNDE FIRTINA YAŞAR…
O gece Londra’da adeta bir okyanus fırtınası çıkar ve ortalık kalkıp kopar. Kibar’ı bu fırtına çok korkutur ve korkusunu biraz olsun atabilmek için kaldıkları yerde gezinmeye başlar. Her yer zifiri karanlıktır. Bir anda ayağı sert bir şeye çarpar. İnanılır gibi olmasa da piyano çıkmıştır karşısına ve o anki tüm korkusunu notalara döker. Yetmez, hemen yaptığı besteyi bir kasete kaydederek, İstanbul’a dönecek olan babasıyla Çiğdem Talu’ya gönderir. Kısa bir zaman sonra 2 sayfadan oluşan pembe bir mektup gelir Londra’ya… Kibar mektubu açtığında gözlerine inanamaz. Hatta ayakta durabilmek için duvara tutunur bir süre… Derin bir nefes alır… Hemen telefona koşar… Talu’ya bağlanması tam 8 saat sürer, telefon başında sesini duyana kadar bekler… Talu, Kibar’ın içinde bulunduğu fırtınadan, korkusundan habersiz “İçimdeki Fırtına”yı yazmıştır. İkisi de telefonda ağlamaktadır.
YAŞ FARKI ENDİŞESİ…
Dönem “yaşadıkları ilişkinin rahatlıkla ‘aşk’ olarak söyleme dökülmesine izin vermeyecek kadar” naziktir. “Aralarındaki yaş farkının çevrelerinde meydana getirebileceği yanlış intibadan” ikisi de endişe duymaktadır.
ARALARINDA AŞKTAN ÖTE BİR BAĞ VARDIR…
Talu, Osmanlı ailelerinden Recaizade Ekrem’in torununun kızı. Saray geleneğinden gelen bir ailede, kızı ve annesiyle birlikte mazbut bir hayat yaşıyordur. Üstelik öğretmenlik yaptığı için belki de içgüdüsel olarak kendinden küçük biri ile bu kadar yakın bir ilişki içinde olmanın tedirginliği vardır. İlk şarkılarının sözlerinde aslında biraz da bu çekimserliği, küçük imalar ile büyük etkiler yaratabilmekte bir ustalığa dönüşür. Ancak aralarındaki ilişkinin salt “kadın – erkek aşkı” olarak yorumlanma ihtimali bile içlerini acıtır. Çünkü aralarında bunun da ötesinde bir bağ vardır.
BİRBİRLERİNİ ÖZGÜR BIRAKMAYA KARAR VERİRLER…
Belki de bunu aynı bilinçte idrak ettiklerinden olacaklar ki, ikisi de birbirini özgür bırakmaya karar verir. Birbirlerini tam anlamıyla kaybetmemek için çareyi birbirlerinden vazgeçmekte bulurlar. Şarkılardaki beraberlikleri yine devam edecektir. Ki gerçekten de hayatları boyunca birbirlerine en yakın nefes olurlar. Hatta sadece birkaç yıl sonra Talu, Kibar’ın nikah şahidi olacaktır.
“SENİ UNUTANLARI, SEN OLSAN SEVER MİSİN?”
80’lerin başında Talu’ya kanser teşhisi konur. Öyle ki Kibar buna bir türlü inanamaz. Birçok konuda onu motive eden, ilham veren hayat dolu kadının böyle bir hastalığa yenik düşeceğini aklına getirmek istemez. Londra’ya tedaviye giden Talu oradan hep mutlu ve fotoğraflar gönderir. Çok iyi olduğunu söyler. Ama aslında ruh hali şarkı sözlerinde gizlidir:
“Serde gençlik var koca çınar sevda var
Sen sevdanı çiğneyip geçer misin?
Öte yanda gurur var
Ölesiye gurur var
Seni unutanları, sen olsan sever misin?”
KİBAR: “GERÇEKLE YÜZLEŞMEK İSTEMEDİM”
Talu’nun Londra’da tedavi gördüğü süreçte Kibar hiç yanına gidemez. O günleri Kibar, tüm samimiyetiyle şöyle anlatır: “Kendimi, Çiğdem’in hastalığının ciddiyetinden uzak tutmaya çalıştım. Öleceğini hiçbir zaman düşünmedim. Belki de bu bir zayıflıktı ve gerçekle yüzleşmek istemedim.”
TALU ARTIK ÖLÜM DÖŞEĞİNDEDİR…
Talu tedavisi tamamlanıp da Türkiye’de döndüğünde Kibar ile birlikte projelere sağlığı el verdiğince devam ederler. Ancak durumu günden güne daha kötüleşmektedir. Talu artık ölüm döşeğindedir ve vedalaşmak için giden Kibar adeta başka biriyle konuştuğunu söyler. Tam olarak konuşamazlar bile… Bu onu son görüşüdür.
CENAZEYİ BEKLERKEN HİÇ DURMADAN HAYKIRIRCASINA…
Ne haberi aldığında, ne cenazeye gittiğinde ne de defnedilirken bir damla bile düşmez Kibar’ın gözlerinden… Ta ki arkadaşının Vosvos’unda cenazenin gelmesini beklerken… Tam 4 dakika… Hiç durmadan haykırırcasına ağlayana kadar…
HER GÜNÜ VE HER ANI BUGÜN GİBİ HATIRLAR…
Bu hikayeyi Melih Kibar’dan dinlerken, her günü, tarihi, anı, süreyi “bugün gibi” hatırladığına şahit oluyoruz. Sanki Talu, “Kibar’ın duygularını yuvasından çıkaran ve çıkarırken de bunu mantıklarının karşı gelemeyeceği bir düzleme oturtmayı başarabilen” bir yöntem ustasıydı. Belki de Kibar, bu hikayeyi anlatırken son zamanlarında gösterdiği zayıflığı gizlemenin tersine, onları açık ederek kendini kayırmamasını Talu’ya bir borç gibi görüyor ve aralarındaki bağa bir kez daha hayran bırakıyor.
YAS SONRASI KİBAR’DAN İLK ŞARKI: SESSİZ VEDA…
Yıllarca birçok aşka, özleme ve sevgiye ses olan bu ikilinin birbirine vedası umulmayacak kadar sessiz olur. Talu’nun ölümünden sonra derin bir sessizliğe gömülen Kibar’ın parmakları uzun bir süre piyanoya gitmez. Gittiğinde ise dökülen ilk şarkı “Sessiz Veda”dır. Yıllar sonra Çiğdem Talu’nun kızı Zeynep Talu, bu şarkıya bir söz yazmak istediğini ama Kibar’ın sanki bu şarkıyı özellikle söz yazılamayacak şekilde bestelediğini söyleyecektir.
TALU GİBİ KİBAR DA 54’ÜNDE KANSERDEN VEFAT EDER…
Melih Kibar da aynı Talu gibi 54’ünde, yine onun gibi kansere yenik düşerek (belki de kendini özellikle düşürerek) bu dünyaya veda eder. Geride bu birlikteliğin meyvesi 270 unutulmayan eser kalır. Kendi sessizliklerinin inadına birçok kuşağın hikayesine dokunan ses olur, söz olur… Günümüze kadar erişen bir “bağın” hala bilinmeyen sırrı olur.
Benzer Haberler
-
TÜRK TIPÇILAR BULDU: DAMAR SERTLİĞİ OLUŞUMUNDA PARAZİT ETKİSİ
-
TÜİK’E GÖRE ENFLASYON YÜZDE 50’NİN ALTINA İNDİ…
-
GENÇLER “HAYATLARINDAKİ KONTROL HİSSİNİ” KAYBEDİYOR…
-
FAİZ VE ENFLASYONDAKİ SEYİR KÜRESEL EKONOMİYİ NASIL ETKİLİYOR?
-
TÜİK’E GÖRE YILLIK ENFLASYON AĞUSTOS 2024’TE YÜZDE 51,97’YE GERİLEDİ…
-
BANKACILIK DIŞI FİNANS SEKTÖRÜ YASAL DÜZENLEME BEKLİYOR…