Connect with us

Gündem

“EMPERYALİST SİSTEM, DENİZCİ BİR TÜRKİYE İSTEMİYOR”

-“Türkiye, soğuk savaş bittikten sonra ulusal çıkarlarını Atlantik çıkarlarının önüne geçirmeyi öğrenmiştir. Bunun mücadelesi veriliyor. Türkiye’de hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin ana görevi ‘devletin jeopolitik devamlılığını’ sağlamaktır. Bir takım günlük konjonktürel tavizlerle denge sağlanamaz. Hükümetler, ekonomik krizler gelir geçer; savaşlar bile gelir geçer ama jeopolitik kalıcıdır. Bu konudaki hataları da düzeltmek kolay olmuyor.”

-“Deniz jeopolitiğimiz; sonsuza kadar devam edecek Cumhuriyetimizin gelecek 100 yıllarını etkileyen en önemli alandır. 3 tane ağırlık merkezi var. İlki, Türk boğazları. İkincisi, Mavi Vatanımız; yani denizin bize sunduğu zenginlikler. Denizin dibi, magma tabakasına kadar olan alan. Buradaki petrol, doğal gaz, gaz-hidrat ve nadir metaller… Balık kaynakları, canlı cansız diğer kaynaklar… Üçüncüsü de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.”

-“Türkiye jeopolitiğinde 3 tane çekim veya etkileşim alanı görebiliyoruz. İlki; Çin’e kadar uzanan Rimland-kenar kuşak jeopolitiği. Soğuk savaş sonrası Rusya’yı güneyden ve doğudan kuşatmak için kullanılan meşhur teori. İkincisi; İsrail’in güvenlik jeopolitiği. Bu bizi; İsrail’in Kıbrıs’taki pozisyonu, Doğu Akdeniz’de deniz kuvvetlerinin gelişmesi ve -PKK, YPG, PYD ve Suriye’deki oluşumlara- kendi çıkarları doğrultusunda verdiği Türkiye’nin jeopolitik çıkarları aleyhindeki destek dolayısıyla ilgilendiriyor. Üçüncüsü de enerji jeopolitiği. Üçünü de dengelememiz lazım.”

RÖPORTAJ: ŞEFİK SÖYLEMEZOĞLU

Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz (sağda), fikir babası olduğu Mavi Vatan’ın kapsam ve detayları ile Türkiye açısından uluslararası siyaset ve deniz jeopolitiğindeki kritik noktaları Genel Yayın Yönetmenimiz Şefik Söylemezoğlu’na anlattı.

ABD Senatörü Bob Menendez, 22 Temmuz 2020 tarihinde “Açıkça konuşalım. Ege’yi tartışmaya açan tek ülke Türkiye. Bu sular Yunanistan’a ait. ABD Dışişleri Bakanlığı, kesin surette ve açık bir şekilde Türkiye’nin bölgedeki gerginlikten tek başına sorumlu olduğunu ifade etmelidir.’’ diyor. Almanya’nın Atina Büyükelçisi Ernst Reichel ise 18 Eylül 2020’de aynen şunları söylüyor: “Avrupa Birliği (AB) yakında Türkiye’ye sopasını gösterecek.’’

Bu ifadelerin özenle altını çizen Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz’e göre “emperyalizm, 100 yıl sonra Türk Milleti’ne yeniden sopa gösteriyor.” Akla ilk gelen soru: Neden? Gürdeniz’in cevabı çok net: “Türkiye, Mavi Vatanı’nı savunduğu için.”

Peki, Doğu Akdeniz ve Libya krizlerinde sıkça duyduğumuz “Mavi Vatan” kavramının içeriği nedir? İlk önce şunu vurgulayalım: Mavi Vatan; 1979-2005 arasında Deniz Kuvvetleri Dergisi’nde 22 makalesi yayımlanan ve 2003-2010 döneminde başta “Karadeniz’de Deniz Güvenliği” konusunda 30’a yakın uluslararası konferansta bildiri sunan Gürdeniz’in fikir babası olduğu ve Türkiye’nin deniz jeopolitiğini ortaya koyan çok güçlü bir doktrin.
Sonrasında kumpas olduğuna hükmedilen Balyoz davasında yargılanan ve hapis yatan amiraller arasında yer alan Gürdeniz, Mavi Vatan’ı; “ABD ve AB’nin 21’inci Yüzyıl’da Türkiye’ye Ege ve Akdeniz’de çizdiği sınırlara bir başkaldırıdır. Bir manifestodur. Anadolu’ya sıkıştırılmaya, Ege’den Akdeniz’e çıkışın kapanışına, Akdeniz’de Antalya Körfezi’ne hapsedilmeye bir meydan okumadır. Büyüyen bir bedene dar gelen bir elbiseyi zorla giydirmeye direnmedir. Kafese sokulmaya çalışılan bir aslanın karşı koymasıdır.” diye tarif ediyor.

Gürdeniz’le dünyanın değişen küresel jeopolitik şartları çerçevesinde Mavi Vatan’ı, Ege’yi, Doğu Akdeniz’i ve Kıbrıs’ı konuştuk. Siyaset üstü ve herkesi bağlayan gerçekleri anlattı.

“ESASINDA DÜNYA, OLMASI GEREKEN YERE DOĞRU GİDİYOR”
-Birçok şey değişmeye başladı. 1941-1990 arası alıştığımız “her şeyin dengede olduğu” çift kutuplu bir dünya vardı. Ardından monopolar (tek kutuplu) dönem başladı. 2000’den itibaren dünya daha da değişti. Bugün de Brexit’le birlikte Avrupa ile Anglosakson (İngiliz soyundan gelenler) arasındaki güç dengesi de değişiyor. Dünya nereye gidiyor?

Cem Gürdeniz-Emekli Tümamiral

Esasında dünya bence olması gereken yere doğru gidiyor. Çünkü mevcut durum özüne aykırıydı. Özellikle soğuk savaş bittikten sonra tek kutuplu dünya düzeninde tek bir hegemonun, bütün dünyayı neoliberal ekonomik politikaları paralelinde ham madde ve tüketici kaynağı olarak görmesi ve ona göre küresel siyaseti jeopolitik şekillendirmesi normal bir davranış şekli değildi. Dünya nüfusu ben liseye giderken 3,5 milyardı şimdi 7,5 milyar. Ama bu nüfusun kapitalist neoliberal tüketim kültürüyle beslendiği bir ortamda hem çevre hem de kaynaklar yetmiyor. Kaynak ve güç mücadelesinde acımasızlıklar başlıyor. Bunu biz Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da gördük; Suriye’de görüyoruz. Şu an dünyanın check and balance (kontrol ve dengeye) ihtiyacı var. O denge oluşuyor. Dilerim kan ve gözyaşıyla oluşmaz. Nasıl ki Sovyetler’in (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği-SSCB) çöküşü yumuşak bir geçişle oldu. Nasıl ki İngiltere’nin Pax Britannica’dan Pax Americana’ya geçiş kansız oldu. İngiltere ile Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) bir tek 1812 savaşı var. Dilerim bu geçiş de öyle olur.

“TÜRKİYE, DENGE ORTAMINDA YERİNİ ALIYOR”
-Bu geçiş ve dengelenme süreci Türkiye’yi nasıl etkiliyor?

Geçişin olduğu en önemli alanlardan biri Türkiye. Bütün konuşmalarımda ‘Washington Konsensüsü bitmiştir, yeni bir konsensüs dönemi geliyor’ diyorum. Bu Asya Konsensüsü mü olur; -bazıları Pekin Konsensüsü diyor- bilemeyiz. Ama şu an Çin’in ekonomik, siyasi ve askeri alanda bu dengeyi sağladığını; Rusya’yı yanına çekerek Avrasya Coğrafyası’nda yepyeni bir ortam oluşturduğunu hepimiz görüyoruz. Esasında Türkiye de bu denge ortamında yerini alıyor. 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminden sonra da Türkiye’nin çok kutuplu dünyaya gidişteki -bir gemi olarak düşünürsek- rotasında çok ciddi bir değişiklik olduğunu söyleyebiliriz. Bu doğal, olması gereken bir değişikliktir. 100 yıl sonra Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk’ün düşündüğü normal jeopolitik ve jeostratejik eksenlere geri dönüyor.

“ATATÜRK HİÇBİR BÜYÜK GÜCÜN ETKİ VE ÇEKİM ALANINA GİRMEDİ”
-Bu eksenleri biraz açar mısınız? Atatürk’ün -özellikle Kurtuluş Savaşı dönemindeki- pragmatist ulusal menfaatlere dönük yaklaşımı; gerektiğinde Lenin’le ilişki ortamını doğurdu, Türkiye Komünist Partisi’nin kurulmasına zemin hazırladı, savaşın ciddi finansmanını Rusya’dan sağlanmasına yol açtı. Ama gereğinde de düşmanı pozisyonundaki İtalyanlarla ikili ilişkilerin toparlanmasına önayak olup İtalyan ve Fransızların ticari gemileriyle silah naklini mümkün kıldı… Bunlar dogmatik olmayan pragmatik ilişkilerdi. Öyle değil mi?

Kesinlikle katılıyorum. Atatürk’ün zaten tam bağımsızlıkçı olmasının nedeni o. ‘Hiçbir büyük gücün etki ve çekim alanına girmem’ diyor. Ve düşünün bunu o zamanki millilik unsurlarıyla yapıyor. Nüfusunuz az, milli ekonomi hemen hemen yok denecek kadar. O şartlarda Kuvay-i Milliye’yi oluşturuyor, milli orduya dönüştürüyor, büyük bir Kurtuluş Savaşı veriyor…

Gürdeniz: “Şu an ikinci Kafkas Seddi’nin yıkılışını görüyoruz.”

“İKİNCİ KAFKAS SEDDİ’NİN YIKILIŞINI GÖRÜYORUZ”
Şu an ikinci Kafkas Seddi’nin yıkılışını görüyoruz. Türkiye’ye karşı büyük bir Kafkas Seddi oluşturuluyordu. Ermenistan için Azerbaycan’a saldırmak artık jeopolitik pratik haline gelmişti. Bir anda dengeler alt-üst oldu. Aynen 100 yıl önce olduğu gibi. O zaman 15’inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’di. Rusya oluru alınarak yanımıza çekilmişti. Hatırlayalım, hatta Rus ve Türk askerleri Ermenilere karşı zaman zaman birlikte çatıştılar. Neticede öncesinde Gümrü Antlaşması (3 Aralık 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ile Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti imzaladı. TBMM’nin uluslararası alanda imzaladığı ve Sevr Antlaşması’nı geçersiz kılan ilk antlaşma.) ve ardından Moskova Antlaşması’yla (16 Mart 1921’de Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti ile TBMM Hükümeti imzaladı. Bu antlaşma ve devamı niteliğindeki antlaşmalarla Türkiye, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan arasında belirlenen sınırlar hâlen geçerli.) doğu sınırımızı belirledik. Akabinde dediğiniz gibi önce İtalyanlar Anadolu’dan ayrıldı. Fransızlarla Ankara Anlaşması (20 Ekim 1921’de Sakarya Zaferi’nin sonrasında TBMM Hükümeti ile Fransa imzaladı.) yapıldı. Çorap söküğü gibi geldi.

Ama bakın Mustafa Kemal “Kafkas Seddi’ni yıkmak için” sırtını Asya Jeopolitiği’ne bağladı. Yani Rusya ve Asya’yla dost oldu. Sadabat Paktı’ndan (Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında, 8 Temmuz 1937 tarihinde Tahran’da Sadabat Sarayı’nda imzalanan dörtlü saldırmazlık paktı) tutun Balkan Paktı’na (İlk Balkan Paktı 1930 yılında Türkiye, Yunanistan, Romanya, Arna¬vutluk, Bulgaristan ve Yugoslavya arasında Atina’da imzalandı.), etrafında güvenlik ve dostluk kuşağı oluşturdu.

Cem Gürdeniz, “Şimdi sorun Türkiye’yi ‘Rimland’ dediğimiz kenar kuşakta tutup tutamama sorunu.” diyor.

“ŞİMDİ DE DOĞU AKDENİZ SEDDİ’YLE KARŞI KARŞIYAYIZ”
Bu yüzyılda da Türkiye -belki Kafkas Seddi ismen yok ama- Doğu Akdeniz Seddi’yle karşı karşıya; ciddi bir baskı altında. Türkiye’nin deniz jeopolitiğine geçmeden önce sorunuzun cevabını tamamlayacak olursam; 1’inci Dünya Savaşı öncesinde Reval Görüşmeleri’ne (9-10 Haziran 1908 tarihinde Rusya ile İngiltere arasında –günümüzde Estonya’nın başşehri- Tallinn’de gerçekleştirildi.) kadar giden parçalanma ve -1850’lerde dillendirilmeye başlanan- hasta adam süreci var. Osmanlı’nın bu kadar uzun süre yaşamasının temel nedeni, Rusya’yı güneyden kuşatmasıydı. O zaman İngiltere kullandı, Rusya’ya karşı bir engel olarak. Soğuk Savaş döneminde de 70 yıl kadar Atlantik sistem Türkiye’yi çok iyi kullandı, Rusya’nın güneye inişini engellemek için. Şimdi sorun Türkiye’yi ‘Rimland’ dediğimiz kenar kuşakta tutup tutamama sorunu. 15 Temmuz darbe girişiminin sebebi de buydu. Türkiye’deki jeopolitik vizyonun, güvenlik vizyonunun Batı ve Atlantik yanlısı, NATO çıkarları yanlısı olmasını konsolide etmekti. Bu çıkarları Türk milli çıkarlarının üstüne koyan bir anlayışı hakim kılmaktı. Bize yapılan kumpas davaları Ergenekon, Balyoz ve diğerlerinin temel nedeni de buydu. Yani Türkiye’de karar vericiler herhangi bir güvenlik sorunuyla karşılaştıklarında önce şunu sormalıydı: Atlantik sisteminin burada kazancı var mı yok mu? Biz bu sınavı ilk defa 1964 Kıbrıs Johnson mektubuyla (ABD Başkanı Lyndon B. Johnson, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek amacıyla 5 Haziran 1964 tarihinde Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye gönderdi.) verdik. Kıbrıs’ta soydaşlarımızı kurtarmaya giderken ‘gidemezsin’ denildi.

“1984’TEN BERİ PKK’YI KİM DESTEKLİYOR?”
1984’ten beri mücadele ettiğimiz PKK’yı en çok kim destekliyor? NATO’da müttefikimiz olan Batılı devletler. Ama bakın “Defense Appropriations Bill 2021 yılı”, -PKK, YPG, PYD- Türkiye’nin güneyinde bağımsız Kürt oluşumu için her türlü desteği veriyorlar. Bu Türkiye’nin ulusal bütünlüğüne karşı değil mi? Bizim GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) Bölgesi su havzaları gibi 21’inci Yüzyıl’ın en kritik iki stratejik malzemesinin olduğu alanlara yönelik değil mi? Evet. Ama olsun Batı böyle istiyor!

“KIBRIS’TAN ASKERİNİZİ ÇEKİN!”
Kıbrıs’tan askerinizi çekin! Rumlar nüfus açısından Türklerin 5 katıyken, evlerdeki hafif silahlanma ileri seviyedeyken, bugün Avrupa Birliği’nin (AB) (savunma birliği) PESCO kararları doğrultusunda her türlü silahlanmayı yapıyorlarken, ABD de silah ambargosunu kaldırmışken ve bu kadar nefret söyleminin olduğu şartlarda Türkiye Kıbrıs’tan askerini çekerse bir yıl içinde bir karmaşa kan dökme olayı yaşanmayacağı garanti edilebiliyor mu? Hayır. Peki, Kıbrıs Barış Harekatı’nın gerçekleştiği 1974’ten bu yana kan dökülmüş mü? Hayır. O zaman niye istikrarlı ve barış getiren statü devam ettirilmesin? Kriz doğuracak, Türkleri oradan uzaklaştıracak hatta belki de gelecekte tamamen etnik azınlık durumuna indirgeyecek çözümü istiyorsun?

“GÜNLÜK KONJONKTÜREL TAVİZLERLE DENGE SAĞLANAMAZ”
Özetle şunu söylemek istiyorum: Türkiye, soğuk savaş bittikten sonra ulusal çıkarlarını Atlantik çıkarlarının önüne geçirmeyi öğrenmiştir. Bunun mücadelesi veriliyor. Türkiye’de hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin ana görevi, devletin jeopolitik devamlılığını sağlamaktır. Bir takım günlük konjonktürel tavizlerle denge sağlanamaz. Biz bunu AKP döneminde 2002 ile 2014 arasında yaşadık. AB üyesi olacağız diye hemen hemen bütün jeopolitik çıkar alanlarımızda çok büyük hatalar yaptık. Kıbrıs’ta Annan Planı’na ‘yes be annem’ dedik. “Kürdistan’a hoş geldin” pankartlarıyla Mesud Barzani’yi (Irak Kürt Bölgesel Yönetimi- IKBY eski Başkanı ve Kürdistan Demokratik Partisi-KDP Genel Başkanı) karşıladık, açılım süreçlerini yaşadık. Güney Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki, Mavi Vatan’daki haydutluklarına sert cevap bile vermedik. Bunları üst üste koyduğumuz zaman şunu görüyoruz: Hükümetler, ekonomik krizler gelir geçer; savaşlar bile gelir geçer ama jeopolitik kalıcıdır. Bu konudaki hataları da düzeltmek kolay olmuyor. Denge siyaseti Türkiye için önemli ama bunun için de çok güçlü bir askeri savunma sanayine ve bağımsız bir iktisadi güce sahip olmamız gerekiyor.

“ANADOLU: DÜNYADAKİ EN SEÇKİN YARIMADA COĞRAFYASI”
-Artık yavaş yavaş fikir babası olduğunuz Mavi Vatan doktrinine, Türkiye’nin deniz jeopolitiği konusuna geçelim dilerseniz…

Dünyanın en güzel coğrafyasındayız. Geçtiğimiz günlerde 90’lı yaşlardaki emekli bir amiralimiz 1960’lı yıllara ait National Geographic Dergisi sayısından bahsetti. Dünyadaki bütün yarımada devletlerini incelemişler ve sıralamışlar. Bir numarada, Anadolu, Türkiye var. Dünyadaki en seçkin yarımada coğrafyası. Müthiş bir coğrafya. Her yere erişiyorsunuz. Ama denizlerle kuşatılmış. Esasında bir deniz devleti. İlan edilmiş edilmemiş etki alanlarımız 462 bin kilometrekare. Kıyı şeridimiz 8334 kilometre. Dış ticaretimizin yüzde 89’unu deniz yoluyla yapıyoruz. 2019 yılında limanlarımızda 400 milyon ton yük elleçlendi. Ben 1995’te albay iken 100 milyon ton idi.

“TÜRK BOĞAZLARI, JEOPOLİTİĞİN İNCİSİDİR”
Türk boğazları jeopolitiğin incisidir. Sadece 2019 yılında 145 milyon ton Rus petrolü güneye aktı. Dünyanın sayılı enerji ulaşım hatlarından birindeyiz. Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı’ndan da günde 1 ile 1,5 milyon varil arasında petrol geliyor. Bununla birlikte bir günde deniz etki alanlarımızda 4 milyon ton varil petrol dolaşıyor.
Deniz jeopolitiğimiz; sonsuza kadar devam edecek Cumhuriyetimizin gelecek 100 yıllarını etkileyen en önemli alandır. 3 tane ağırlık merkezi var. İlki, Türk boğazları. İkincisi, Mavi Vatanımız; yani denizin bize sunduğu zenginlikler. Denizin dibi, magma tabakasına kadar olan alan. Buradaki petrol, doğal gaz, gaz-hidrat ve nadir metaller… Balık kaynakları, canlı cansız diğer kaynaklar… Üçüncü ağırlık merkezi de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.

TÜRKİYE JEOPOLİTİĞİNDEKİ 3 ÇEKİM VE ETKİLEŞİM ALANI
Türkiye, jeopolitik etkileşim içerisinde. Müttefik ülkelerimize de büyük fırsatlar ve imkanlar sunuyor. Aynı zamanda imparatorluklar, büyük medeniyetler kurmuş toplumların bir coğrafyası burası. Türkiye jeopolitiğinde 3 tane çekim veya etkileşim alanı görebiliyoruz. Bir tanesi, Çin’e kadar uzanan Rimland-kenar kuşak jeopolitiği. Soğuk savaş sonrası Rusya’yı güneyden ve doğudan kuşatmak için kullanılan meşhur teori. Sonrasında Çin karar değiştirerek Avrasya-Asya jeopolitiğini seçti. Eskiden kenar kuşağın doğudaki gardiyanıydı. Şu anda ABD’deki yazıları, makaleleri ve kitapları okuyanlar bu pişmanlığı görüyor. Diyorlar ki ‘nerede hata yaptık!’

Gürdeniz, Türkiye jeopolitiğinde 3 tane çekim veya etkileşim alanı olduğunu söylüyor.

“RIMLAND İÇİN TÜRKİYE VE HİNDİSTAN ÇOK ÖNEMLİ”
Bu kuşakta, Türkiye ve Hindistan çok önemli. Her konuşmamda söylüyorum: ABD; hegemonyayı devredecek. Bu bir ‘eğer’ sorusu değil; ‘ne zaman’ sorusu. İşte Türkiye ve Hindistan’ın kenar kuşaktaki rolü, bu ‘ne zamanı’ ya erkene çekecek, ya donduracak ya da öteleyecek; bilemiyoruz. O yüzden Türkiye’ye bu kadar saldırı var.

İSRAİL’İN GÜVENLİK JEOPOLİTİĞİ VE TÜRKİYE
Jeopolitiğimizdeki ikinci çekim ve etkileşim alanı İsrail’in güvenlik jeopolitiği. İsrail, burada değil de Güney Afrika’nın oralarda olsaydı Akdeniz’de bu kadar kargaşa olmazdı. Irak ve Suriye’deki olaylar; Türkiye’nin güneyinde bir kukla devleti kurulma ihtirası bu kadar yüksek olmazdı. İsrail’in güvenlik kuşağına ihtiyacı vardı. Çünkü çok küçük bir ülke, derinliğine savunması yok. Bunu önlemek için 1956’dan itibaren nükleeri olmuştur. Arap dünyasını ancak böyle caydırabileceklerdi. Nükleer silahın kullanılamayacağını, kullanıldığında kazananı olmayacağını gördüler. O yüzden konvansiyonel savaşlar, vekalet savaşları ya da terör gibi değişik boyutlu çatışmalar devam edecek.

İsrail’in güvenliği bizi niye ilgilendiriyor? Kıbrıs’taki pozisyonu açısından; Doğu Akdeniz’de deniz kuvvetlerinin gelişmesi ve “PKK, YPG, PYD ve Suriye’deki oluşumlara kendi çıkarları doğrultusunda verdiği Türkiye’nin jeopolitik çıkarları aleyhindeki” destek dolayısıyla ilgilendiriyor.

RUS DOĞAL GAZININ AVRUPA ÜZERİNDEKİ TEKELİNİN KIRILMASI
Üçüncü çekim ve etkileşim alanı, enerji jeopolitiği. Bunun da ana nedeni tabi ki Rus doğal gazının Avrupa üzerindeki tekelinin kırılması. Bu çok çok önemli. AB’nin kendi pazarlarında Yunanistan ve Güney Kıbrıs gibi ülkelerin maksimalist talepleri paralelinde zengin alanlardan çıkacak doğal gazı gelecekte büyük bir gelir kaynağı olarak; özellikle Yunanistan’ın 2060 yılına kadar ödeyeceği çok büyük borçları finanse etmede kullanmak istemesi. Türkiye’nin karşısına çıkan sorunlarda anlattığım bu üç çekim ve etkileşim alanını görüyoruz. Üçünü de iyi görmemiz ve dengelememiz lazım.

“MAVİ VATAN, YENİ DÖNEMİN JEOPOLİTİK SEMBOLÜ HALİNE GELDİ”
-Mavi Vatan doktrini, bunların görülmesi ve dengelenmesinde özellikle öne çıkıyor sanırım…

Mavi vatan, bu yeni dönemin jeopolitik sembolü haline geldi. Karşınızda artık denizci bakmayı, deniz perspektifini kullanmayı bilen bir Türkiye var. Ama bunda çok geç kaldık. Osmanlı İmparatorluğu denizci perspektife sahip olsaydı, şu anda devam ediyor olurdu, duraksama ve çökme olmazdı. Denizi ihmal etti. Akdeniz, küçücük bir deniz. Osmanlı ‘bu bana yeter’ dedi. Yetmiyor. Denizlerde gerileme başlıyor, çevreyi kontrol edemiyorsunuz. Neticede ihtilaf devletlerinin büyük armadası İngiltere geliyor 25 Nisan 1915 sabahı Anzak koyundan çıkıyor. Atatürk de diyor 57’nci Alay’a: “Ölmeyi emrediyorum size!” Çünkü donanmanız yoksa, düşmanı ancak ölmeyi emrederek durdurursunuz.

Türkiye’nin Mavi Vatan çerçevesinde deniz jeopolitiğine ağırlık verdiği çok ciddi bir döneme girdik. Minimum 50 yıl sürer. Deniz hukuku alanındaki sorunlar, karadakiler kadar kolay halledilir değil. Çok esnek ve çok taraflı bir alan.

-Mavi Vatan kavramından tam olarak neyi anlamalıyız?

2006 yılında ilk defa Mavi Vatan tezini bir konuşmamda ortaya attığımda “Türkiye’nin deniz etki alanlarının tarifi” için kullanmıştım. O günler, Türkiye açısından çok zor bir dönemdi. Güney Kıbrıs’la ilgili gelişmeler… AB üyeliği adına her türlü taviz veriliyor… Açılım süreci adında Güneydoğu’da resmen açık bir parçalanma süreci başlatılmış… Orduya kumpas işaretleri başlamış… Yani Türk jeopolitiğinin ilerde reddedeceği bir sayfa. Öyle bir tabir olsun ki, ‘hem kamuoyunun hem de Türkiye’yi yönetenlerin dikkatini çeksin’ dedim.

Gürdeniz: “Mavi Vatan kavramının gündeme gelmesi, oturması bizim 3,5 yıllık Silivri sürecine (Balyoz kumpas davasından hapis yattığım dönem) denk geliyor.”

“BİR GECEDE 53 AMİRALİN 15’İ TUTUKLANIR MI?”
Fakat Mavi Vatan kavramının gündeme gelmesi, oturması bizim 3,5 yıllık Silivri sürecine (Balyoz kumpas davasından hapis yattığım dönem) denk geliyor. O dönemde bu isimle köşe yazmaya başladım, kitaplar çıktı. Halk da ağır ağır “Deniz Kuvvetleri’nin niye bu kadar üzerine gidildi, darbe davasında niye bu kadar denizci içerde, bir gecede 53 amiralin 15’i tutuklanır mı, en yetenekli amiral adayı 100’e yakın albay tutuklanır mı?” diye sorgulamaya başladı. Bu önemliydi.

 

 

 

“TÜRKİYE, ATATÜRK DÖNEMİ HARİÇ HİÇ DENİZCİ DEVLET OLMADI”
O zaman gördüm ki; Mavi Vatan, Türkiye’de denizci uyanışın sembolü haline geliyor. Türkiye, 21’nci Yüzyıl’da mutlaka denize dönmelidir. Ama bu dönme sadece halkla değil, devletle olmalı. Hiçbir ulus denizci doğmuyor; ulusları denizci yapan devlet. Üzülerek söylüyorum, Türkiye denizci bir devlet değil. Mustafa Kemal dönemi hariç, tarihinde olmadı. O bu vizyonu sağlamış, çözmüş biriydi.

-Bu kadar büyük bir yarımadayız ama denizlerimiz hala bir genel müdürlükle yönetiliyor…

Çok doğru. Sorun zaten buradan kaynaklanıyor. Bunun iki nedeni var. Birincisi Osmanlı’dan kalan sosyo-genetik kodlar. “Türkler denizci değildir” deniyor. Alakası yok! Osmanlı’da Türkler, yönetici elit değildi ki; entelijansiya hiçbir zaman olmadı. Peki, Türkiye’yi denizcilikten uzak bırakanlar kimdi? Yöneticilerdi. Yöneticilerin çoğu devşirmeydi. Piri Reis hariç, deniz vizyonu olan, deniz jeopolitiği alanında eser yazmış bir kişi söyleyin o dönemde!

MAVİ VATAN, NELERİ GEREKTİRİYOR?
Evet, Mavi Vatan’ı deniz etki alanları tarif olarak kullandık; ama bu kavram yıllar içerisinde kendini aşarak denizcileşmenin sembolüne, bir doktrine dönüştü. Bu doktrin; saydığım problemleri giderecek yol haritasını çiziyor. Bir deniz devleti olarak deniz hak ve çıkarlarımızı korumak ve geliştirmek için bize hedefler ve bu hedeflere ulaştıracak stratejiler ve araçlar sunuyor. Birincisi deniz gücü; yani donanma, savunma sanayi ve yurt içi ve dışındaki üsler geliştirilmeli. İkincisi; milli ekonomiye katkı sağlayan her alanda denizcilik endüstrisi kullanılmalı ve geliştirilmeli. Üçüncüsü de şimdi yaptığımız gibi, soft-power, düşünce gücü, yenilikler, hukuki argümanlar, Türkiye’nin denizciliğini öne çıkarıcı-dışarıda tanıtıcı, Türkiye’nin denizcilik gücünde belli alanları belli sektörlerde liderliğe taşıyıcı hamleler yapılmalı.

“ULUSLARARASI DENİZCİLİK ÖRGÜTÜ’NDE (IMO) DAİMİ BÜYÜKELÇİMİZ YOK”
Mesala, IMO’ya (International Maritime Organization-Uluslararası Denizcilik Örgütü) gidin, Londra’ya; oradaki ihtisas gruplarının hemen hemen çoğunun başında Güney Kıbrıslı denizci veya hukukçu görürsünüz. Kahrolursunuz. Yahu mendil kadar bir ülke, nüfusu 1 milyon yok; hepsinin başında Rum çocuklar. Türkler nerede? Bir deniz, yarımada ülkesiyiz, IMO’da daimi büyükelçimiz yok. Londra’daki büyükelçilikten bir temsilci gelir veya büyükelçi önemli toplantılara katılır. Mavi Vatan doktrini, aynı zamanda devleti denizcileştirme hedefini ortaya koymakta.

“KAÇ DENİZCİ GENELKURMAY BAŞKANIMIZ VAR?”
Mustafa Kemal döneminden sonra şöyle bir baktığımızda kaç tane denizci cumhurbaşkanımız var? Sadece Fahri Korutürk. Kaç tane denizci başbakanımız var? Rauf Orbay ile Bülent Ulusu. Kaç tane denizci genelkurmay başkanımız var? Sıfır. Denizci Ulaştırma bakanı bile bir tane var. Bunu şunun için söylüyorum: Her şey, ekol; geldiğiniz, yetiştiğiniz disiplinle ilgili. Israrla ‘ben karacı kalacağım’ derseniz, bu kaderi değiştirmek kolay değil. O yüzden bütün konuşmalarımda devleti davet ediyorum. Tavsiyelerimizi yapıyoruz. 40’a yakın yabancı dergi ve gazeteciye röportaj verdim.

“BATI DÜNYASI, TÜRKİYE’Yİ İKİ ŞEYDEN UZAK TUTAR”
Türkiye’yi Batı dünyası iki şeyden uzak tutar. Emperyalizmin iki görevi vardır. Biri, Mustafa Kemal’den uzak tutmak. Mustafa Kemal’i “vitrin Mustafa Kemal Atatürk’ü” yapmak isterler. Türkiye’de buna uyan çok sayıda kurum ve kuruluş var. Daha dün gördük bunu. İkincisi Türkiye’nin asla denizci olmasını istemezler. Bana bir tane AB programı söyleyin; Türkiye’nin denizciliğini ileriye taşıyacak içeriği olsun. Bir tane ABD yardımı söyleyin; Türkiye’yi denizcileştirecek, deniz uygarlığına taşıyacak. Bulamazsınız.

-ABD’nin temel doktriniyle zaten çelişir bu. Okyanusları tek başına kontrol etmek isterken ve asla başkasının kontrolüne izin vermezken ne diye Türkiye’yi denizcileştirsin ki?

Ben de onu söylüyorum. Karşınızdaki tehdidin ne istediğini bilin. ABD veya emperyalist sistem, denizci bir Türkiye istemez. 1936 yılında Mustafa Kemal, İngiliz Kralı 8’inci Edward’ı nerede karşıladı?

Gürdeniz: “ABD veya emperyalist sistem, denizci bir Türkiye istemez. 1936 yılında Mustafa Kemal, İngiliz Kralı 8’inci Edward’ı Ertuğrul Yatı’yla karşıladı. Adam Nahlin Yatı’yla geldi. Ziyaretin ikinci günü onu Moda koyundaki kürek ve yelken yarışlarına götürdü. İşte denizci devlet adamı budur.”

-Yatla karşıladı.
Ertuğrul Yatı’yla karşıladı. Adam Nahlin Yatı’yla geldi. Peki, ziyaretin ikinci günü nereye götürdü onu? Moda koyundaki kürek ve yelken yarışlarına götürdü. İşte denizci devlet adamı budur.

-Mavi Vatan’daki mevcut tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cem Gürdeniz: “Mavi Vatan yetki alanlarında Karadeniz’de hiçbir sorunumuz yok. Ama Ege’de ciddi sorunlar var.”

Mavi Vatan yetki alanlarında Karadeniz’de hiçbir sorunumuz yok. Ama Ege’de ciddi sorunlar var. Kıta sahanlığı, karasuları genişliği, gayri askeri statüdeki adalar, EGAYDAAK dediğimiz “egemenliği antlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar… Baştan söyleyeyim, bu sorunların çözümü çok zor. Çünkü Yunanistan’ın akıl yapısını değiştirmemiz çok zor. O yapı değişmeden de bu şekilde yaşamaya devam edeceğiz. Dilerim iki taraf da savaş seçeneğine gitmez. Yunanistan’ı ekonomik, psiko-sosyal ve caydırmayla ikna edilmesi statüsüne getirmek; değiştirmek zorundayız. O kadar maksimalistler ki, oturup karşılıklı konuşalım bile diyemiyoruz. İstikşafi görüşmeler var, 2002’den 2016’ya kadar 60 kere yapıldı. Bir santimetre yol alınamadı.

– Bu sorunun çözümünde gerçek muhatabımız Yunanistan mı yoksa arkada başka güçler mi var?

“YUNAN DOSTALARIMA HEP SÖYLÜYORUM: BU GAZA GELMEYİN!”
Yunanistan, ABD’nin bir kolonisi. Fransa da bu kolonide pay istiyor. İnsan utanır; 2060’a kadar borç ödeyecek bir ülkeye 10 milyar Avro’luk silah satılır mı? Fransa bunu yaptı bir ay evvel. Arkasından ABD geldi. Şimdi de Merkel, 110 milyon Avro’luk torpido sattı. Yani Türkiye ile Yunanistan’ı savunma sanayi alanında birbirine karşı dolduralım; savunma sanayimiz para kazansın düşüncesi. Peki, kaza olur da bir savaş çıkarsa ne olacak? O zaman gelecekler mi zannediyorsunuz, asla gelmezler. O yüzden Yunan dostlarımıza hep söylüyorum, “bu gaza gelmeyin!” Geldiler 1915’in 15 Mayıs’ında ne oldu? İki başbakan, 5 de general astılar.

Gürdeniz, Türkiye’ye Doğu Akdeniz’de üç tane büyük tehdit olduğunu ifade ediyor.

“TÜRKİYE’YE DOĞU AKDENİZ’DE ÜÇ TEHDİT”
-Doğu Akdeniz’de kopan fırtınan sebepleri neler?

Günümüzün bu alandaki en ciddi konusu Doğu Akdeniz. Dünya denizlerinin yüzde 1,7’si. Ama dünya deniz ticaretinin yüzde 30’u, dünya petrol trafiğinin yüzde 20’si, Rus dış ticaretinin yüzde 65’i ve Türk dış ticaretinin yüzde 80’i buradan gerçekleşiyor. Dünyada bu kadar küçük olup bu kadar aktif bir deniz yok. Tuna havzası, Türk boğazları havzası, Süveyş havzası, Cebelitarık havzası, Balkanlar, Kafkas, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Sahel… Müthiş bir coğrafya. Dünya tarihinin dörtte üçünün yazıldığı alan burası.

Gürdeniz özenle altını çiziyor: “Doğu Akdeniz, dünya denizlerinin yüzde 1,7’si. Ama dünya deniz ticaretinin yüzde 30’u, dünya petrol trafiğinin yüzde 20’si, Rus dış ticaretinin yüzde 65’i ve Türk dış ticaretinin yüzde 80’i buradan gerçekleşiyor. Dünyada bu kadar küçük olup bu kadar aktif bir deniz yok.”

Türkiye’ye Doğu Akdeniz’de üç tane büyük tehdit var. Birincisi Türkiye’nin kara sularına hapsedildiği, sadece Antalya körfezine hak verildiği Sevilla Haritası. 200 bin kilometrekarelik deniz alanını bizden almayı hedefleyen bir vizyonu gösteriyor. İkinci tehdit denize çıkışı olan kukla bir Kürt devleti. Üçüncüsü de, Kuzey Kıbrıs’taki askeri varlığımızın ve Kuzey Kıbrıs’ın bağımsız varlığının sona erdirilmesi. Bunlar Doğu Akdeniz’deki en önemli güvenlik endişelerimiz, hepsi de birbirine bağlı.

“BU HARİTAYI HANGİ CÜRETLE BİZE EMPOZE EDİYORLAR?”
-Sevilla Haritası’nın aslı astarı nedir?

Yunanistan’ın “Türkiye’siz Akdeniz ve Ege Projesi’nin” temel dayanağı olan (Prof. Juan Luis Suarez de Vivero ile Juan Carlos Rodríguez Mateos’un çalışmalarıyla oluşturuldu) Sevilla Haritası’yla Türk halkı böyle bir sıkıştırılmışlığı, denizlerden böylesine koparılmayı hak ediyor mu? Büyük bir savaş mı kaybettik? Ülkede büyük bir iç savaş çıktı, paramparça olduk, Somali gibi mi olduk? Bu haritayı hangi cüretle bize empoze ediyorlar? 200 bin kilometrekarelik bir alanın çalınmasından bahsediyorum. Büyük bir küstahlık bu. Türkiye’nin olması gereken Mavi Vatanı net ortada. Batı dünyası Türkiye’ye ‘uluslararası hukuka uy, medeni ülkeler konvoyuna katıl’ diyor. ‘Bu haritaya razı gel’ deniyor.

“SEVILLA HARİTASI’NDAN 2004’TE HABERDAR OLDUM”
-Bu harita aslında bambaşka amaçla hazırlanmıştı bildiğim kadarıyla. Ancak neticede Sevr gibi bize dayatılmak mı isteniyor?

Prof. Vivero’yla yazıştık. AB, 1990’lı yılların sonuna doğru 2004’teki genişlemeyi de düşünerek bir Deniz Mekansal Planlaması (Maritime Spatial Planning) çalışmalarını başlatıyor. Bu çalışma için ayırdığı fonu da Prof. Vivero’ya (üniversitesine) veriyor. Dünyadaki en iyi deniz mekan planlayıcılarından biri. Hukukçu değil, coğrafyacı. AB, Güney Kıbrıs’ı da aldıktan sonra ‘neredeyse 2 milyon kilometrekarelik dev bir deniz etki alanım olacak’ deyip bunu üyelerin nasıl kullandığını (kullanacağını) görmek istiyor. Ülkeler haritalar gönderiyorlar. Yunanistan’ın Kıbrıs’la birlikte gönderdiği harita bu. 2004’te de bu harita ilgili makalede yayınlanıyor. Türkiye’de uyanış harita yayınlandıktan sonra oluyor. Ben 2004’te haberdar oldum. Amerikalıların kullandığı bazı dokümanlarda da geçiyordu. Yunanlar deniz konusunu milli ülkü olarak benimsemişler. Bizim gibi ikinci planda tutmuyorlar. Her alanda yumuşak güç oluşturuyorlar. Denizcilik bakanlıkları, Ege bakanlığı var. IMO’daki durumu söyledim. Uluslararası deniz hukukçusu sayısı belki bizim beş katımız. Maksimalist tezlerini bizden çok daha etkili anlatabiliyorlar. Ayrıca Avrupa medeniyetinde Hıristiyan kültürü, Roma hukuku ve Yunan felsefesi de etkin.

ABD Büyükelçiliği bundan üç ay evvel, bu haritanın bir geçerliliği yoktur dedi. AB Komisyonu Başkanı da “AB olarak biz böyle bir harita ısmarlamadık. Hukuki geçerliliği yoktur.” dedi. Ben de o zaman “Peki niye AB’nin bütün web siteleri ve resmi dokümanlarında bu harita var, kaldırmıyorsunuz?” dedim.

Oruç Reis Gemisi’nin Temmuz ve Ağustos 2020’deki faaliyetlerine Yunanistan’ın itiraz ederken; Meis gibi 9 kilometre çevresi olan ana kıtadan 500 kilometre uzaktaki adaya 40 bin kilometre gibi bir alan veriyor. Dünyada örneği yok. Bu mudur uluslararası hukuk?

-Bunu uluslararası hukuk belgesi haline getirmeye mi çalışıyorlar…

20 yıldır her yerde bu harita çıkıyor karşımıza. Biz de Mavi Vatan haritasını yayınlayıp dikkat çektiğimizde yer yerinden oynadı. Çünkü Türklerin bir doktrin konsept geliştirmesine alışık değiller. Haritanın mimarı Emekli Tümamiral Cihat Yaycı’dır.

“BU BİR İKİNCİ SEVR’DİR”
Bu bir ikinci Sevr’dir. Birinci Sevr, Anadolu’ya yönelikti. Bizi 600 kilometre kıyıya mahkum ediyorlar. Türk boğazları kontrolümüzde değil. Karadeniz’de 14 savaş gemisinden fazla yapamazsın diyor. Deniz ve demiryolu ulaşımının kontrolü de bende olacak deniyor. Böyle bir ülkeye bağımsız diyebilir misin? Çok aşağılayıcı bir harita. Şimdi bize dayattıkları denizdeki Sevr. O yüzden hep ne diyoruz: Mavi Vatan, yeni Misak-ı Milli’dir. En son Washington Post’a yaptığım mülakattan sonra, bir ABD’li analist, aleyhimizde yazan bir Profesör, “Türkler her konuda bölünmeye meraklıdırlar, bölünürler ama Mavi Vatan’da bölünmediler. Toplumsal konsensüs oluştu.” diyor. Bu haritaya bakıp da toplumsal konsensüs olmaması mümkün mü?

“DENİZ JEOPOLİTİĞİNİ SİYASET ÜSTÜ TUTMALIYIZ”
-Oluşmamışsa millet değilsinizdir…

O zaman ne vatan kavramı vardır, ne de millet. Yurt dışına da çok konferans veriyorum. Bu kavramın çok üzerinde duruyorum. Türk halkında bu konsept oturuyorsa asla taviz vermez, geri adım atmaz. Deniz jeopolitiğini siyaset üstü tutmalıyız. Deniz ve denizcilik gücümüzü hep ileriye bakarak geliştirmeliyiz. Atatürk temelli dış ve savunma politikalarına dönmeliyiz. Din temelli, dini motiflerin öne çıkarıldığı dış politikayı artık bırakmamız lazım. Ne olursa olsun 21’inci Yüzyıl Jeopolitiği’nde emperyalizmin baskılarına direnmeliyiz. ABD Başkanlığı’na Joe Biden geliyor. Baskılar çok artacak. Çünkü Pentagon’un etkisinde neo-con temelli bir iktidar olacaklar. Çok güçlü İsrail lobisinin etkisindedirler. Türkiye’ye geri adım attırmak için çok geniş bir spektrumda hibrit savaşlardan tutun gerçek ateş gücü kullanma tehdidine kadar her şeyi deneyecekler. Bugün Mavi Vatan’ı korumak Atatürk’e ve Cumhuriyet’e en büyük sadakattir.

 

EGE’DE YUNAN VE TÜRK TEZLERİ
“Yunanistan’ın maksimalizmine örnek olsun diye anlatıyorum. Kıta sahanlığı, yani petrol ve doğal gaz çıktığı takdirde nasıl bir Ege düşleri var? Onların düşleri bütün Ege’yi kaplıyor. Bütün adalarına kıta sahanlığı istiyorlar. Türkiye de çok akıllıca Anadolu kıtasının uzantısı olarak konuyu ele alıyor. Türkiye’nin ki morfolojik, jeolojik ve bilimsel bir çalışma. Adaların hepsinin kıta sahanlığı olduğu nerede yazıyor? Adalara kıta sahanlığı tabi verilir ama bu statüde verilmez. Peki, Ege, bir arşipel deniz mi? Yunanistan bir arşipel devleti mi? Hayır. Yunanistan’ın adaları, ana kıtasının yüzde 14’ü. Adalar devleti değil. Peki, ne hakla en dış adalar zincirine kıta sahanlığı iddiasını ortaya atıyor? Ve bunu hararetle savunuyorlar… Bir fantezi dünyaları var. Kendilerini inandırmışlar.”

 

“EGE YUNAN’DIR, DİYENE CEVABIM”
“Ege Yunan’dır” diyene cevabım. Bugünkü statüde kara suları 6 mildir. Bunu gösteren haritadaki açık mavili alanlar açık deniz alanıdır. Serbest bölge. Burada hiçbir devlet başka bir devletin gemisini durduramaz, ne Türk ne de Yunan devletleri balıkçı gemisine el koyamaz. Kıta sahanlığı paylaşımı da bu mavi alanda olacak. Yunanistan, Birleşmiş Milletler Denizcilik Hukuk Sözleşmesi’ne göre kıta sahanlığını 12 mile çıkarırım diyor. Bu iddiaya göre Ege’deki açık deniz alanı yüzde 20’ye düşüyor. Türkiye onun karasularına girmeden Akdeniz’e çıkamıyor. Bunun kabul edilmesini nasıl bekleyebilirler? Bu iddianın Anadolu’nun işgalinden farkı yok. Türkiye’nin dış ticaretinin yüzde 90’ı denize bağlı; ticaret ve sanayi bölgesi İzmir ve Marmara. Lozan Anlaşması’na göreyse (kıta sahanlığı 3 mil) Ege’nin yüzde 75’i açık deniz. Bunu niye koruyamadık? Denizci devlet olamadığımız için.”

 


“İLK ÖNCE EGAYDAAK ÇÖZÜLMELİ…”
“EGAYDAAK (Egemenliği antlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar) sorunu çözülmeden ne kıta sahanlığı ne de kara suları sorunlarını çözemeyiz. Bu statüde 153 tane ada var. Sözcü Gazetesi, ’18 ada işgalde’ diye sürekli vurguluyor ya, 18 değil, 153. Bunlar anlaşmayla Yunanistan’a devredilmedi. Lozan’daki -3 milin dışındaki adalar Yunanistan’a bırakılmıştır gibi- genel maddeyi kullanıyorlar. Hayır. O tarif ismen onlara bırakılan adaları kapsamaktadır. Mahkemede çözülmesi gereken bir sorun.”

 

(Editörün notu: Cem Gürdeniz röportajını 4 bölüm halinde Kobi Yaşam’ın You Tube kanalında da izleyebilirsiniz. İlk iki bölüm yayında. 3’üncü bölüm 8, 4’üncü bölüm 10 Şubat’ta yayınlanacak.”

Birinci Bölüm: https://www.youtube.com/watch?v=V1Lk84zPahI&ab_channel=KOB%C4%B0YA%C5%9EAM 

İkinci Bölüm: https://www.youtube.com/watch?v=-COUGbqUFVQ&ab_channel=KOB%C4%B0YA%C5%9EAM 

 

Bizi Paylaşın
Continue Reading
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir