Connect with us

Araştırma ve Raporlar

İNSANLIK TARİHİNDE YENİ MİLAT: KORONA…

Covid-19 salgınının büyük küçük ya da zengin fakir ayırt etmeksizin bütün devletlerin iç dengesini kökünden sarstığı süreçte ekonominin yalnızca finans, borsa, üretim, ithalat ve ihracattan ibaret olmadığı anlaşıldı. Dahası sanıldığının aksine dünyanın salt manada ekonomi yörüngesinde dönmediği; sosyoloji ve ekolojinin temel dinamikleri oluşturduğu görüldü. İklim değişikliğini tetikleyen ve tabiattaki dengeyi bozan hataların ekonomiyi bir anda rayından çıkarabildiğine şahit olundu.

 

 

Bütün dünyayı etkisi altına alan ve tam olarak ne zaman biteceği ya da kontrol edilebileceği kestirilemeyen yeni tip Koronavirüs (Covid-19) salgını gerek bireysel gerekse devletler bazında pek çok konunun sorgulanmasına yol açtı.

İNSANİ DEĞERLER HATIRLANDI
Evlerine hapsolan insanlar iliklerine kadar işleyen teknoloji bağımlığıyla yüzleşti. Aile içi iletişim, empati, yardımlaşma, düşünsel zenginlik ve varoluşun hikmeti adeta yeniden keşfedildi. Teknoloji dünyayı küçük bir köy haline getirirken ve mesafeler önemsizleşirken insani değerlerden uzaklaşılmıştı.

TEMEL İHTİYAÇ MADDELERİ ÖNE ÇIKTI
Sorgu listesinin ilk sırasında ‘küreselleşme’ ve ‘küresel ekonomi’ kavramları; ikinci sırasındaysa ‘temel ihtiyaç ve tüketim maddelerinin’ sağlanması ve sürdürülebilirliği var. Kafalardaki en temel soru da şu: İnsanoğlu hayatta kalabilmek için beslenmeye ve sağlığını korumaya mecbur ama bu şartların yerine gelmesi ile küresellik arasındaki illiyet bağı ne?

SOSYOLOJİ VE EKOLOJİ GERÇEĞİYLE YÜZLEŞİLDİ
Salgın aylarında ekonominin yalnızca finans, borsa, üretim, ithalat ve ihracattan ibaret olmadığı anlaşıldı. Dahası sanıldığının aksine dünyanın salt manada ekonomi yörüngesinde dönmediği; sosyoloji ve ekolojinin temel dinamikleri oluşturduğu görüldü. İklim değişikliğini tetikleyen ve tabiattaki dengeyi bozan hataların ekonomiyi bir anda rayından çıkarabildiğine şahit olundu. “Hiçbir şeyin Covid-19 sonrasında geçmişteki gibi devam edemeyeceği ve kalamayacağı” yönündeki görüş ağırlık kazandı.

SOSYAL PSİKOLOJİNİN GÜCÜ FARK EDİLDİ
Sosyoekonomik, ekopolitik ve jeopolitik denklemler yeniden kurulmaya başladı. Tüketim alışkanlıklarını ve hayat tarzlarını belirleyen bireysel psikoloji sosyal psikolojiye dönüştüğünde piyasalarda ve toplumda çığ tesiri yaptığı tecrübe edildi. Bir tuşu tıkladığınızda istediğiniz ürün kapınıza ulaşıyordu fakat başta ebeveynler 65 yaş ve üzerindeki akrabalara sevgiyle sarılmak imkansızlaşmıştı. Gözler borsa ve döviz hareketlerinden daha ziyade o günkü yeni vaka ve ölüm sayılarındaydı.

KAPİTALİZMİN ACİZLİĞİ VE UMURSAMAZLIĞI GÖRÜLDÜ
Salgın sürecinde devlet ve birey arasındaki ilişkiler de masaya yatırıldı. İnsanı tüketim vesilesi gören ve üretim çarklarında daima sermayeyi önceleyen kapitalizmin sağlık krizinde düştüğü çaresizlik daha da kötüsü umursamazlık hali kafalara dank etti. Sosyal devletlerdeki uygulamalar gıptayla izlendi.

KARBON TEMELLİ ENERJİ ALGILARI ÇÖKTÜ
İnsanlık yenilenebilir ve çevreyi kirletmeyen enerji kaynaklarına odaklandı. Petrol fiyatlarının eksiye inmesi, bir yandan mevcut ekonomik kurgunun sağlam, adil ve gerçekçi olmadığını diğer yandan da açıkça dayatıldığını gözler önüne serdi. Karbon gazı salınımının insanlığın başına açtığı bela ana gündem maddelerinden biri oldu. Kapitalizmin lokomotifi konumundaki ABD’nin küresel ısınma ve bununla irtibatlı iklim değişikliğini hususundaki duyarsızlığı kırmızı çizgilerle hafızalara not edildi.

EKONOMİDE GÜÇLER DENGESİ DEĞİŞİYOR MU?
Dünya ticaretine hangi devletlerin ve para birimlerinin yön verdiği ile de irdelendi Covid-19 günlerinde. Uluslararası firmaların ucuz emek ve teşvikler yüzünden tesislerini taşıdığı Çin’in endüstriyel, teknolojik ve finansal açıdan müthiş bir güce erişmesi başlı başına bir paradokstu. Yeni tip Koronavirüs’ün Çin’den yer yüzüne yayılması da esrarengizdi. Endüstri 4.0’ın motoru konumundaki 5-G teknolojisi ile virüsün ilişkilendirilmesi de son derece manidardı. Salgın sonrasında nasıl bir Çin gerçeğiyle karşılaşılacağı merak konusu. ABD doları küresel finans piyasalarındaki hakimiyetini koruyabilecek mi? Güç depolayan Çin hangi adımları atacak? Birleşik Krallık’ın (İngiltere) ayrılması ve İtalya’yı salgına yüz üstü bırakmasıyla içindeki çatırdamalar artık herkesçe duyulan Avrupa Birliği (AB) nereye evrilecek?

TARIMSAL ÜRETİMİN ÖNEMİ ANLAŞILDI
Covid-19 sonrasının en stratejik sektörlerin biri hiç şüphe yok ki tarım olacak. Zirai üretimde ve gıda pazarlamasında coğrafi avantajlara sahip ülkeler bu fırsatı hakkıyla değerlendirebilmenin yollarını arayacak. Yabancı sermaye tarıma dayalı sanayi kulvarında buralarda fırsatlar kollayacak. Tarım temel ihtiyaçların temini anlamında sunduğu güven kadar istihdam sağlayıcı özelliğiyle de hayat bulduğu ülkelerin ekonomilerine güç katacak. İktidarıyla ve muhalefetiyle Türkiye siyasetini yönlendirenler bu hakikatin farkında. Tek yapılması gereken bir an önce tarımı ayağa kaldıracak icraatları ortaya koymak.

COVID-19 SONRASI SİSTEM ANALİZLERİ…
Salgının insanlığı ve ekonomileri nasıl etkileyeceğine dair pek çok araştırma ve analiz yayınlanıyor. Onlardan biri de Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) tarafından hazırlanan “Covid-19 Sonrası Küresel Sistem: Eski Sorunlar Yeni Trendler” başlıklı araştırma ve analiz raporu. Zengin bir içeriğe sahip olan yaklaşık 150 sayfalık kitapçıkta görüş, izlenim ve önerilerini anlatan akademisyen ve uzmanlar çeşitli detaylara parmak basıyor.

KORONAVİRÜS’ÜN KÜRESEL REKABETE ETKİSİ
Çalışmada, “Koronavirüs’ün yayılım ölçeği de hesaba katılarak uluslararası düzene olan etkilerini farklı disiplin ve perspektiflerden” ele alınıyor ve “salgının uluslararası sisteme olası etkileri, pandemi sonrası dönemde ortaya çıkacak küresel politik trendler ve uluslararası ilişkiler disiplininde neşet edecek yeni tartışmalar” irdeleniyor. “Covid-19’un küreselleşmeyi ve küresel rekabeti ne ölçüde etkileyeceği” sorusuna cevap aranıyor ve “küreselleşme-uluslararası sistem-devlet üçlemesi arasındaki ilişkinin mahiyetine ve olası dönüşümüne” ışık tutuluyor. Ayrıca “dijital diplomasi, medikal istihbarat, ekonomi, göç, çatışma çözümleri, Ortadoğu ve uluslararası kurumlar gibi konularda da önemli değerlendirmeler” de içeren çalışmayla “Türkiye gibi aktörlerin yeni dönemde hangi konulara ağırlık vermesi gerektiği” masaya yatırılıyor.

Tamamına internet üzerinden ulaşabileceğiniz söz konusu analiz raporundaki yazılardan 5’ini (2’sini tümüyle 3’ünü de bazı bölümlerini alıntılayarak) dikkatlerinize sunuyoruz.

———————————————————————————————-

COVID-19 SONRASI KÜRESEL DÜZEN: İKİ SEÇENEK

Covid-19, küresel liderlik iddiasında bulunan ABD de dâhil olmak üzere hiçbir ülkenin “tek başına” aşması mümkün olmayan bir krizi tetiklemiştir. Bu açıdan bakıldığında, küreselci, insan ve çevreyi ticaret istatistikleri ve borsa rakamlarının önüne geçirmek isteyen, uluslararası iş birliği ve merkezi roller üstlenecek uluslararası örgütleri ön plana çıkarmaya çalışan bir idealizmin, “yeni düzenin” bu temelde şekillenmesi talebinde bulunması şaşırtıcı olmayacaktır.

PROF. DR. M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU
Princeton Üniversitesi Öğretim Üyesi

Modern dünyanın İspanyol gribi (1918-1920) sonrasında gördüğü en büyük pandemi olan Covid-19’un farklı alanlarda önemli değişimlere neden olacağı şüphesizdir. Bunların derece ve kapsamı salgının süre ve tahribatı tarafından belirlenecektir. Gelinen noktada, gelişmenin, küresel ölçekli ekonomik durgunluk, otoriterliğin güçlenmesi, uzaktan çalışma ve yapay zekâ kullanımının yaygınlaşması, özel hayat alanının daraltılması ve kısa vadede, bütçelerde sağlık ve acil durum planlamalarına ayrılan payların artışı benzeri neticeler doğurmasını beklemek anlamlıdır.

Prof. Dr. M. Şükrü Hanioğlu

OTORİTERLİK VE POPÜLİZMİN YÜKSELMESİ…
Bunlardan bazılarının, Covid-19 sonrası gerçeklikte uluslararası ilişkiler ve küresel düzenin şekillenmesi alanında da etkili olacağı ortadadır. Örneğin, otoriterlik ve popülizmin yükselmesi, çok kültürlülüğün sorgulanması, sınırlara duvar çekme eğilimlerinin güçlenmesi, izolasyonun yaygınlaşması, Avrupa Birliği ve uluslararası kuruluşların varlık nedenlerinin sorgulanması, yeni “küresel düzen” üzerinde göz ardı edilemeyecek tesirler icra edecektir.

Buna karşılık, Covid-19 krizinin, uluslararası ilişkiler alanında büyük bir düzen değişikliğini tetiklemeyeceği, bu alanda gündeme getirilecek kapsamlı değişim önerilerinin revaç bulmayacağı ileri sürülebilir. Yaşadığımız salgın, Birinci Dünya Savaşı sonrasında, idealist, uzun vadeyi ön plana alan “yeni düzen” yaklaşımı ile realpolitik merkezli olduğunu varsayan, kısa vadeye yoğunlaşan “eski düzenin radikal önlem, tedbir ve uygulamalarla sürdürülmesi” siyaseti arasında yaşanan çatışmaya benzer bir gerginliği ortaya çıkartma potansiyeline sahiptir.

Buna karşılık, geliştirilecek idealist tasavvurlar, büyük ihtimalle, 1918 sonrası “Wilsonian moment” benzeri, “kısa süren” bir başarıya dahi ulaşamayacaktır. “Yeni düzeni”, sıfır toplamlı oyundan taviz vermeyen, “realpolitik” temelli olduğunu savunan, iki yaklaşımdan birisi şekillendirecektir.

HİÇBİR ÜLKENİN TEK BAŞINA AŞMASI İMKANSIZ BİR KRİZ
Covid-19, küresel liderlik iddiasında bulunan ABD de dâhil olmak üzere hiçbir ülkenin “tek başına” aşması mümkün olmayan bir krizi tetiklemiştir. Bu açıdan bakıldığında, küreselci, insan ve çevreyi ticaret istatistikleri ve borsa rakamlarının önüne geçirmek isteyen, uluslararası iş birliği ve merkezi roller üstlenecek uluslararası örgütleri ön plana çıkarmaya çalışan bir idealizmin, “yeni düzenin” bu temelde şekillenmesi talebinde bulunması şaşırtıcı olmayacaktır. Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Sovyetler Birliği’nin son lideri Gorbaçov’un dile getirdiği öneriler bunların ilk işaretleri olarak yorumlanabilir. Sorun, “aşırı liberal” ya da “realpolitik” ve “ekonomik gerçeklikten” kopuk olduğu ileri sürülecek bu idealizmin sesini büyük ölçüde duyuramayacak, meydanı “realpolitik” yaklaşımlar arası savaşa bırakacak olmasıdır.

REKABETÇİLİK DAHA İLERİ SEVİYEYE TAŞINABİLİR
İlk olarak, küresel liderlik iddiasında bulunan ABD’nin Trump yönetiminde geliştirdiği “Önce Amerika (America First)” siyaseti benzeri, izolasyonist, uluslararası kuruluşları “açıktan para alıp, iş yapmayan” yapılar olarak aşağılayan, çok taraflı anlaşmalardan çekilen, iş birliğini “aldatılma” şeklinde kavramsallaştıran, ittifakları sorgulayan, sıfır toplamlı oyun temelli yaklaşımlar, Covid-19 krizi sonrası dünyada radikalleşerek rekabetçiliği daha ileri seviyeye taşımaya çalışacaktır. Trump’ın, Dünya Sağlık Örgütü’ne yapılan ödemeleri durdurması, yetkili ağızların kriz sonrasında “sorumlu” aranacağını dile getirmesi bunun işaret fişekleridir.

Bu yaklaşımın, Doğusu otoriterliğe kayan, Batısında ise neo-faşist hareketlerin “sağ popülizm” maskesi arkasında zemin kazandığı Avrupa’da da revaç bulma olasılığı yüksek olacaktır. Buna karşılık, Avrupa’nın “eski düzenin” sürdürülmesindeki temel aktörlerden birisi olamayacağı ortadadır. Eski kıta katkısını, bu yaklaşımın “realpolitik” gereği olduğu, küresel entegrasyon ve uluslararası iş birliğinin önerdiği, herkesin kazanacağı sıfır toplamlı olmayan oyunun, Covid-19 krizi sonrasında anakronizm haline gelen bir ütopya olduğu görüşüne destek vererek sağlayacaktır.

ÇİN’İN TAVIR VE ADIMLARI ETKİLİ OLACAK
Son dönemlerde, bir yandan Çin-Afrika Forumu, Belt and Road Initiative (BRI) ve AB üyelerinin buna katılımını sağlayacak “17+1” benzeri projelerle bir yandan uluslararası iş birliğini geliştirmek istediği izlemini veren, ama öte yandan da uluslararası forumlar ve kuruluşları kendi görüşlerini savunan yapılar haline getirmeye çalışan Çin Halk Cumhuriyeti de sıfır toplamlı rekabetçi oyunu sürdürmeye hazır durumdadır. Pekin’in Güney Çin Denizi anlaşmazlığında taviz vermeyen tutumunu Covid-19 krizi sırasında sürdürmesi bunu kanıtlamaktadır. İnsanlar sokağa çıktıktan sonra sorumlu sandalyesine oturtulması durumunda Çin’in bu alanda daha radikal yaklaşımlara yöneleceğini belirtmek kehânet olmaz.

HENRY KISSINGER’İN YAZISINDAKİ İP UÇLARI…
“Önce Amerika” siyaseti, post-modern Avrupa neo-faşizmi ve Çin’in temel aktörleri olacakları bu “yeni düzenin” alternatifi, belirttiğimiz gibi, küreselci idealizm değildir. Bu alanda ortaya konulacak seçenek, sıfır toplamlı oyunu farklı şekilde oynamak isteyen ve “realpolitiki” daha iyi okuduğunu iddia eden bir muhafazakârlık olacaktır. ABD muhafazakâr çevrelerinde dış siyaset gurusu olarak görülen Henry Kissinger’ın geçtiğimiz günlerde Wall Street Journal için kaleme aldığı görüş yazısı, Covid-19 sonrası düzen için geliştirilecek alternatif plan hakkında önemli ipuçları ortaya koymaktadır. Eski Dışişleri Bakanı, “ABD’nin “Marshall Planı ve Manhattan Projesi” benzeri gelişmelerden ders çıkararak “liderliğini” kaybetmeme adına yeni adımlar atması gerektiğini vurgulamaktadır. Salgını durdurma, aşı geliştirme, pandemik sonrasında yaşanacak ekonomik krizi önleme ve liberal dünya düzenini koruma alanlarında geliştirilecek siyasetler, “Surlarla çevrili şehir anlayışına dönüş” benzeri bir anakronizmin egemen olmasını önleyecektir.

YENİ BİR DÜZEN DEĞİL, DÜZENİN RESTORASYONU…
Bu yaklaşım şüphesiz Batı Avrupa’da hatırı sayılır taraftar bulacak, Çin ve Rusya benzeri aktörler de bunun “Önce Amerika” siyasetinin yerini almasını destekleyeceklerdir. Ancak, bu tasavvurun, “yeni bir düzen” değil “düzen restorasyonu” önerdiği ortadadır. Son tahlilde, liderliği kaybetmeme temelli uluslararası iş birliğinin yeni ve farklı düzen oluşturması mümkün olmadığı gibi, bunun Kissinger’ın ileri sürdüğü şekilde “Aydınlanma değerlerini” canlandıracağı da fazlasıyla kuşkuludur.

1918 yılında, yaşanan büyük yıkım sürerken, ki savaşın yarattığı kaosa, modern çağın en büyük pandemisi olan İspanyol nezlesi de eklenmişti, “yeni düzen” için bir idealist seçenek ortaya konulabilmişti. Bu, savaş sonrasında hayata geçirilemediği gibi yarattığı ümitler de kısa süreli olmuştu. Bunda, Woodrow Wilson’ın, kâğıt üzerinde etkileyici görünen idealizminin içini dolduramaması ve Batı dışı toplumlara yönelik ön yargılı yukarıdan bakışından kurtulamayışı önemli rol oynamıştı.

SALGIN BİTENE KADAR SÜRECEK ATEŞKES!
Covid-19 krizi sırasında, bu düzey ve kapsamda bir idealist tasavvur yaratılamaması, en ileriye giden önerinin, “salgın bitene kadar sürecek ateşkes” talep etmesi ilgi çekicidir. Kapsamlı, düzen değiştirici bir tasavvurun salgın sonrası gerçekliğinde geliştirilmesi ve küresel ilgiye mazhar olması daha da zordur. Bunun mevcut olmadığı durumda çatışacak iki temel yaklaşımdan hangisi egemen olursa olsun, yirminci asır sonunda ivme kazanan küresel entegrasyon ve iş birliğinden geriye gidişin yaşanacağı şüphesizdir.

Sorun, “aşırı liberal” ya da “realpolitik” ve ekonomik gerçeklikten kopuk olduğu ileri sürülecek bu idealizmin sesini büyük ölçüde duyuramayacak, meydanı “realpolitik” yaklaşımlar arası savaşa bırakacak olmasıdır.

 

———————————————————————————————-

COVID-19 KÜRESELLEŞMENİN SONUNU MU GETİRECEK?

Bu süreç, çok kısa bir zaman zarfında çok radikal bir değişim, başka bir deyişle bir travma yaşayan küresel sistemi de dönüştürecek, ancak küreselleşmenin tamamen sona ereceğini söylemek, tarihin akışını geri çevirmeye çalışmak olur, ki bu da mümkün değil. Küreselleşme şu anda yoğun bakımda, ancak taburcu olduğu zaman, daha güçlü ve sadece virüsten değil kendi bağışıklık sistemini virüs öncesinde de düşüren sorunlarından arınmış olarak çıkacak.

DR. ALTAY ATLI
Boğaziçi Üniversitesi Asya Çalışmaları Merkezi Uzmanı ve Atlı Global Kurucu Direktörü

Yeni tip Koronavirüs pandemisi tüm dünyada etkisini sürdürürken ve ekonomiden sosyal hayata, siyasetten uluslararası ilişkilere tüm alanlarda hayat tam anlamıyla durmuş bir haldeyken, virüs sonrası dünyanın nasıl bir düzen içerisinde olacağı ve uluslararası sistemin nasıl şekilleneceği tartışmaları da giderek yoğunlaşıyor. Bu tartışmalar temel olarak Covid-19’un küreselleşmenin sonunu getirip getirmediği sorusu etrafında şekilleniyor.

Küreselleşmenin sonunu ilan etmek için ortada yeterince sebep var. Sınırların ortadan kalktığı, bireylerin, mal ve hizmetler ile sermayenin özgürce hareket ettiği bir dünyadan sadece birkaç hafta içerisinde sınırların fiziksel olarak kapatıldığı, seyahat imkânlarının ortadan kalktığı, bireylerin evden çıkamadığı, mal, hizmet ve sermaye hiçbir yere gidemezken dünya çapında özgürce hareket kabiliyetinin sadece virüse ait olduğu bir dünyaya geçtik.

Dr. Altay Atlı

KISA SÜREDE RADİKAL DEĞİŞİM MÜMKÜN GÖRÜNMÜYOR
Bu süreç, çok kısa bir zaman zarfında çok radikal bir değişim, başka bir deyişle bir travma yaşayan küresel sistemi de dönüştürecek, ancak küreselleşmenin tamamen sona ereceğini söylemek, tarihin akışını geri çevirmeye çalışmak olur, ki bu da mümkün değil. Küreselleşme şu anda yoğun bakımda, ancak taburcu olduğu zaman, daha güçlü ve sadece virüsten değil kendi bağışıklık sistemini virüs öncesinde de düşüren sorunlarından arınmış olarak çıkacak.

KÜRESELLEŞMEDE ZAMANLA İKİ SORUN ORTAYA ÇIKTI
1990’ların başında bir yandan Soğuk Savaş’ın sona ermesi, diğer yandan da başta iletişim ve ulaştırma alanında olmak üzere mesafeleri kısaltan teknolojilerin hızla hayata geçmesiyle birlikte dünya küreselleşmenin zaferini ilan etmişti. Sınırlar kalkacak, birbiriyle daha fazla bağlı ve bağımlı olan ulusal ekonomiler şahlanacak ve bizler de küresel bir köyün vatandaşları olacaktık. Hâlbuki küreselleşme, zayıf doğan, bağışıklık sistemi kırılgan bir bebekti. Zaman içerisinde iki sorun ortaya çıktı. Birincisi, küreselleşme nimetlerini sadece belirli kesimlere sunarken dünya nüfusunun büyük çoğunluğu tüm bunlardan mahrum yaşamaya devam ediyordu. İkinci olarak ise küresel ağlar üzerinden mal, hizmet, sermaye ve bireyler daha hızlı hareket ederken, suç, terör, hastalık gibi musibetler de aynı imkânlardan yararlandı ve ortaya büyük küresel sorunlar çıktı. Ancak bu sorunların artış hızı karşısında, aynı sorunlara küresel çözümler getirme, kolektif problemlere bireysel değil kolektif ve dolayısıyla sürdürülebilir çözümler getirme becerisi geliştirilemedi. Küreselleşme, dünyaya kazan-kazan sistemini taahhüt ederken, son olarak ABD-Çin arasındaki ticaret savaşlarında da net bir şekilde görüldüğü üzere bundan umudunu kesen aktörler “önce ben” diyerek sıfır toplamlı oyunlara geri dönmeye başladılar.

COVID-19 PANDESİMİ “KRAL ÇIPLAK” DEDİ
Covid-19 pandemisi, küreselleşmenin hâlihazırda var olan bu sorunlarını daha belirginleştirdi ve tabir yerindeyse “kral çıplak” dedi. Bir taraftan küresel eşitsizlikler, salgının yayılması ve salgınla mücadelede yeterlilik konularında kendisini gösteriyor. Diğer taraftan küresel sorunlara küresel çözüm üretme konusunda henüz bazı ülkeler arasında yapılan tıbbi malzeme yardımları ve G-20’nin sanal zirvesinde ortaya çıkan “ne gerekiyorsa yapılacak” sonucu dışında ortada henüz bir şey yok.

Bu durumda zaten sorunlu olan küreselleşmenin iyice krize girdiğini ve sonunun yakın olduğunu, Çin gibi otoriter rejimlerin salgınla mücadelede liberal rejimlere karşı daha başarılı olmaları nedeniyle artık birçok ülkede de yönetimlerin giderek otoriterleşeceğini, ekonomik küreselleşmenin sembolü sayılan küresel tedarik zincirlerinin bu süreçte büyük zarar gördüğünü, tüm bunlardan dolayı Covid-19 sonrasında bizleri bekleyen yeni dünyanın ülkelerin birbirinden daha izole yaşayacağı, küreselleşmenin geri vitese takıldığı ve herkesin kendi başının çaresine bakacağı bir dünya olacağını söyleyebilir miyiz? Uluslararası ilişkilerin realist ekolünün öngördüğü anarşik bir dünyaya doğru mu yol alıyoruz?

SALGIN MİLLİYET, ETNİSİTE, DİN, DİL, STATÜ AYRIMI GÖZETMİYOR
Cevap, hayır. Covid-19 pandemisi şu anda küresel sisteme bir travma yaşatsa da beraberinde bu sistemin halihazırda yaşadığı sorunların çözülebilmesi için de bir imkan sunuyor. Küresel eşitsizlikleri çözmek, belirli kesimler küreselleşmeden fayda sağlıyorken ve küresel sistemi bu kesimler şekillendiriyorken çok zordu. Covid-19, dünyaya herkesin, her ülkenin, her kesimin, her bireyin eşit olduğu gösterdi. Küresel hegemon ABD, şu anda salgından en fazla zarar gören ülke durumunda. Salgın, milliyet, etnisite, din, dil, sosyo-ekonomik statü ayrımı gözetmiyor. Bu süreci yaşayan, aslında herkesin ne kadar da eşit olduğunu bu şekilde gören bir dünyanın ileride bugüne değin suni olarak inşa edilmiş eşitsizlikleri gidermek için yeterince motivasyona sahip olacağı öngörülebilir.

Dünya bugüne kadar kolektif sorunlarına karşı, küresel ısınma gibi en temel sorun da dâhil olmak üzere, kolektif çözümler üretemedi, çünkü hep bir sorun karşısında büyük çoğunluk zarar görüyorken bundan fayda sağlayan, şahsi/ulusal öncelikleri farklı olan taraflar oluyordu. 2008-2009 döneminde liberal kapitalizmin krizinde bazı kesimler iflas ederken, bazıları da servetini katladı. Covid-19 karşısında ise durum farklı, çünkü herkes kaybediyor.

HERKESİN ÖNCELİĞİ SALGININ ÜSTESİNDEN GELMEK
Dolayısıyla herkesin önceliği bu salgının üstesinden gelmek ve bu da uluslararası iş birliğini gerektiriyor. Çin, salgını önce yaşaması, önlemleri erken alması ve salgını kontrol altına almak konusunda da nispeten bir başarı sağlamasıyla birlikte kendisini bu konuda bir öncü olarak konumlandırmaya başladı ve diğer ülkelere malzeme ve uzman yardımı yapıyor. Ancak salgın ile mücadele, yeni bir hegemonun getireceği istikrarı değil, uluslararası ilişkiler disiplininin liberal ekolünün öngördüğü yaygın uluslararası iş birliğinin yaratacağı ortak faydayı gerektiriyor ve Covid-19 karşısında tek çıkar yol bu.

SALGINDAKİ BAŞARI OTORİTER YÖNETİME BAĞLANAMAZ
Yine Çin deneyiminden yola çıkılarak otoriter rejimlerin bu tip kriz durumlarında daha sert önlemler alabilerek başarılı olduğu, Çin’de alınan katı önlemler Batı’nın liberal sistemlerinde mümkün olamadığı için ABD’nin, İtalya’nın, İspanya’nın bu süreci ağır geçirdiğini söylemek de mümkün değil. Çin’in sistemi salgınla mücadelede başarılı oldu; ancak başarılı olan sadece Çin değil. Almanya’nın, Japonya’nın, Güney Kore’nin liberal demokrasileri de önemli mesafeler kat ettiler ve bunda etkili olan otoriter yönetim değil, devletin güçlü kurumsal kapasitesi ve işleyişiydi.

Küreselleşme bir kriz yaşıyor, ama bu krizden yenilenmiş olarak çıkacak. Covid-19 sonrasında daha güçlü, daha yüksek kapasiteli devletlerin ortak sorunlar karşısında birbirleriyle daha fazla iş birliği yaptığı, bugünden farklı bir küreselleşme anlayışının olduğu bir dünyada yaşıyor olacağız. İnsanoğlu olarak krizlerden iyi ders çıkarttığımız için değil, başka bir seçenek kalmadığı için…

———————————————————————————————-

İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Sedat Aybar:
“DİJİTAL TEKNOLOJİ TEMELLİ ÇAĞDAŞ DÖNÜŞÜM BELİRLEYİCİ OLACAK”

“Küresel ekonomi politiği dipten sarsan Covid-19 salgını sadece sağlık alanında kriz yaratmadı, aynı zamanda pek çok ülkenin ekonomik ve kurumsal kısıtlarını da ortaya çıkardı. İktisadi ve jeopolitik sonuçlarıyla, küresel devletler hiyerarşisinin ve uluslararası kurumsal yapıların değişebileceği beklentisini de tartışma gündemine taşıdı. Bu bio-ekonomik krizin ilginç yanı bir önceki dönemde oluşan çatışma dinamiklerini çözme potansiyeline sahip olması. Bu potansiyelin gerçekleşme olasılığının yüksekliği, üretim bandı ve tüketim zincirlerine hükmeden, iş yapma biçimlerini değiştiren dijital teknoloji temelli çağdaş dönüşümü, günlük yaşamın merkezine taşımasından kaynaklanıyor.

Prof. Dr. Ahmet Sedat Aybar

Covid-19 salgınıyla hayatımıza bir daha çıkmamak üzere giren sanal zeka, robotikler, 5G teknolojileri, big data ve Endüstri 4.0 gibi enstrümanları üretebilenler, üretim zincirine katanlar, iş yapma kültürüne uydurabilenlerin, çekişmeli alanların muzafferleri olarak küresel jeopolitiğin de belirleyicisi olacakları giderek belirginleşiyor. Artık yeni iş yapma alışkanlıklarına yaratıcı katılım sağlayan bir iş gücüne sahip olmadan küresel devletler hiyerarşisi içinde üst sıralara yükselmek mümkün değil.”

———————————————————————————————-

ODTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oktay Fırat Tanrısever:
ULUSLARARASI İLİŞKİLER KURAMLARINDA KÖKLÜ DEĞİŞİKLİKLER GERÇEKLEŞMESİ ÇOK OLASI DEĞİL”

“Koronavirüs salgınının İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tüm dünyayı etkileyen tehditlerin en büyüğü olduğu konusunda neredeyse tam bir uzlaşma var. Salgının henüz tam olarak kontrol altına alınamadığı ve hızlı şekilde yayılmaya devam ettiği günümüzde, ortaya çıkan maddi ve maddi olmayan zararlar o kadar yüksek bir düzeye ulaştı ki; mevcut uluslararası toplumun aktörlerinin, kurumlarının ve değerlerinin bu nitelikteki sorunlar karşısında çok da yeterli olamadığı da açıkça ortaya çıktı. Salgının yol açtığı insani kayıplar, ekonomik çöküntü ve diplomatik krizlere bakınca, bu sürecin ampirik düzeydeki devletler arası ve küresel ilişkileri -ne şekilde olacağı tam olarak öngörülemese de büyük ölçüde değiştirmesi hiç şaşırtıcı olmayacaktır.

Prof. Dr. Oktay Rıfat Tanrısever

Koronavirüs salgınının kontrol altına alınmasından sonra uluslararası ilişkiler kuramlarında köklü değişikliklerin gerçekleşmesi çok olası görünmemekle birlikte, bazı küçük değişikliklerin olması olasıdır. Ortaya çıkışından bu yana tam 100 yıl geçen Uluslararası İlişkiler disiplininin paradigmatik kuramları Koronavirüs salgını sonrasında bugüne kadar marjinalize ederek disipline ettikleri ontolojik bir varoluş durumu olarak “insana” ve dünyanın tüm lokalitelerindeki “insanlara” daha çok hitap edebilmeyi başarabilirlerse; Uluslararası İlişkiler disiplininin gerçek anlamda bir sosyal bilim dalı olma iddiasına önemli bir katkıda bulunabileceklerdir.”

———————————————————————————————-

MEF Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu:
“ASIL ZENGİNLİK VE GÜÇ, TOPLUMSAL YAŞAMIN TEMEL İHTİYAÇLARINI KARŞILAYABİLMEK”

“Covid-19 salgını sahip olunan maddi zenginliklerin ve devasa güç unsurlarının mikroskobik boyutta bir düşman karşısında çaresiz kalabildiklerini açıkça göstermiştir. Bu dönemde açık ve net olarak görünen bir başka husus da toplumsal yaşamın temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek imkân ve kabiliyetlere sahip olmanın devletler açısından asıl zenginlik ve en önemli güç unsurları olduğudur. Bu imkân ve kabiliyetlere sahip olan ülkeler, virüsün sebep olduğu olumsuz gelişmelerin ortadan kalkmasıyla ve tüm dünyada yaşamın normale dönmesiyle, diğerlerinden ayrışarak ön plana çıkacaklardır. Türkiye bu ülkelerden biri olabilir.

Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu

Küresel salgın göstermiştir ki, toplumsal yaşamın en temel ihtiyaçları arasında, “olmazsa olmaz” unsurlar olarak, “gıda güvenliği” ve “sağlık hizmetleri” en başta gelmektedir. Türkiye her iki konuda da sahip olduğu kapasite ile kendine yeterli olmanın ötesinde başka ülkeler için de önem arz etmektedir.

Gerek gıda güvenliği gerek sağlık hizmetleri bakımından en çok ihtiyaç duyulan temel kaynak sudur ve ikame edilemez. Türkiye, sahip olduğu su kaynakları bakımından orta ve uzun vadede kendine yeterli olabilecek bir ülkedir. Bununla birlikte, özellikle Dicle-Fırat havzasındaki sınır aşan su kaynakları konusunda sürdürülen “kıyıdaş ülkelerle iş birliği içinde kısıtlı kaynakların akılcı ve hakkaniyetli kullanımı” politikasının uluslararası arenada akademik, diplomatik ve siyasi zeminlerde çok daha güçlü ve organize bir şekilde anlatılması, söz konusu su kaynakları üzerinde hak iddia eden ve rasyonel olmayan taleplerde bulunan çevrelerden artarak gelecek baskılar karşısında ön almak bakımından da yararlı olacaktır.”

Bizi Paylaşın
Continue Reading
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir