Tarım
TARIM VE HAYVANCILIĞA KURTULUŞ REÇETESİ…
Bursa Karacabey’de dünya standartlarında bir çiftlik kuran ve işleten Sencer Solakoğlu, “sürdürülebilirlik” ve “verimliliğin” önemini vurguluyor. Bu iki kavrama çok inandığını belirten Solakoğlu, “Verimsiz ve zarar eden işletme modelini sadece devlet stratejisi ve politikası gereği yüzdürmek Türkiye’ye çok pahalıya patlıyor.” diyor.
İktidarıyla, muhalefetiyle bütün politikacılar, ilgili akademisyenler ve çiftçiler “tarım ve hayvancılığın Türkiye için çok önemli olduğu ve bu konuda doğru adımlar atılması gerektiğinde” hemfikir. Bir sürü politika hayata geçiriliyor ancak yine de arzu edilen sonuçlara ulaşılamıyor.
Bursa’nın Karacabey ilçesinde o güne kadarki mesleki geçmişine ve kariyerine nokta koyarak hayvancılığa başlayan Sencer Solakoğlu’na göre temel sorun verimsizlik. Feyz Çiftliği adındaki işletmesinde Avrupa Birliği (AB) normları doğrultusunda, modern ve tamamen istatistiklere dayalı üretim yapan Solakoğlu, “Tarımın sürdürülebilir olmaması yurt dışına gıda konusunda bağımlı olmak anlamına gelir.” diyor.
TÜSEDAD’ın (Tüm Süt Et ve Damızlık Sığır Yetiştiricileri Derneği) Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini de yürüten Solakoğlu, çok net konuşuyor: “Yıllarca verimsiz bir çiftçiyi destekledik. Dekar bazında ve hayvan sayısına göre destekleme yapıldı. Böyle bir modelde verimliliğin hiçbir önemi yok.”
Türkiye’nin toprak, coğrafya ve ikliminin tarımsal üretime yatkınlığına dikkat çeken Solakoğlu, “Tarımsal üretimin en büyük eksikliği vadeli opsiyon borsasıdır. Buna geçildiğinde Türk tarımı hızlı bir sıçrama yaşayacaktır.” görüşünü savunuyor. “Nişantaşı çiftçileri ve beyaz Türklerin kurduğu çiftlikler” gibi yakıştırmalara ve önyargılara aldırmadan mücadelelerini sürdürdüklerini ve doğruları söylemeye gayret ettiklerini dile getiren Solakoğlu, yola çıkış motivasyonunu, amaçlarını, hedeflerini ve ilkelerini çiftliğinde gerçekleşen röportajda Kobi Yaşam ekibine anlattı.
“İNSAN TOPRAĞINI ÖZLÜYOR…”
-O kadar farklı fikirler dile getiriyor ve icraatlar ortaya koyuyorsunuz ki, bunları en etkili halde anlatabilmek için size yönelteceğimiz soruların öncelik sıralaması bile önem kazanmakta. İlk sorumuz şöyle: Tarım ve hayvancılık üzerine eğitim almadınız ve öncesinde de bu işle hiç uğraşmadınız. Ama Türkiye’de model haline gelen, modern ve Avrupa Birliği (AB) normlarına göre çalışan örnek bir çiftlik kurdunuz; başarıyla da işletmektesiniz. Bu serüven nasıl başladı?
Öncelikle çiftliğime hoş geldiniz. Evet burası AB normlarında üretim yapan bir çiftlik. 2020’de ihracatı hedefliyoruz. Ya da ithalatı ikame edecek bir ürünü piyasaya çıkarmaya çalışıyoruz. Serüvenimiz şöyle başladı. Aslında ABD’de 4 yıl ekonomi okudum. Sonrasında davranış bilimleri ve psikoloji üzerine lisans ve lisans üstü eğitim alıp bir klinikte çalıştım. Çok zevk aldığım bir işti. Akademik ve pratik olarak devam etmeyi düşünüyordum ama insan toprağını özlüyor, hiçbir yerde rahat edemiyor. 2003 yılında Türkiye’ye geldim ve 8 aylık askerlik sürecinin akabinde ticaret yapmayı denedim. Birçok KOBİ tahsilat ve vade sıkıntısı içindeydi. Riskli olduğunu, büyük sermayeler gerektiğini gördüm.
“TARIM VE HAYVANCILIKTAKİ VERİMSİZLİĞİ FARK ETTİM”
Ne yapabilirim diye düşünürken bana çok uzak olan tarım ve hayvancılıkta Türkiye’nin ne kadar verimsiz olduğunu fark ettim. Bu sektörle ilgili böyle bir iş kolu var diye öneri geldi. Önceleri hayır dedim fakat araştırdıkça aklıma yattı. Türkiye’de dünyadaki verimliliği yakalayabilirsem neden olmasın dedim. İlerisi, evlatlarım için de mantıklı ve sürdürülebilir bir olur diye düşündüm. Çünkü insanlar temel gıda ürünlerine her daim ihtiyaç duymaktalar. Amcam Cengiz Solakoğlu da benden bir süre evvel Koç Ata Çiftliği’nin kuruluşuna vesile olmuştu. Bir buçuk yıl birlikte çalıştık. Bu sürede işin detaylarını öğrendim. Öğrendikçe de hoşuma gitti. Bu işe karar verdiğimde babam pek oralı olmadı, “Bu kadar eğitimin sonunda köylü mü olacaksın?” dedi. Kendi açısından haklı bir söylemdi esasında. Şu an hayatından çok mutlu ama o zamanlar zor bir iş olduğunu bildiği için sıcak bakmıyordu.
“BAŞTAKİ SIKINTILAR BENİ DAHA DA HIRSLANDIRDI”
Gençliğin getirdiği bir cesaret var. Daha işe girerken yaşadığım sıkıntılar beni daha da hırslandırdı ve işe bağladı. Tesadüfi olarak da doğru insanlarla karşılaştım. Beni doğru yönlendirdiler. Bu işte İsrail dünyanın en verimli ülkesi. Oradaki en verimli çiftlik sahipleri ve yöneticileriyle tanışma fırsatı buldum. İşi son derece ilmi yaptıklarını görünce çok hoşuma gitti. Tam benim kalibremde bir iş dedim.
“BAŞARININ CİDDİ BİR KISMI EŞİME AİT”
İstanbul’da oturup haftada iki üç gün çiftliğime gelip gitme gibi bir hayalim vardı ama başlarda yıkıldı. Bu şu anda bir aile işletmesi. Eşim finans, ben üretimle ilgileniyorum. Eşim doğma büyüme İstanbullu; Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun. Yurt dışında ve Türkiye’de bankacılık yapan biri. Karacabey’de çiftçilik ona çok uzak bir konuydu. Biraz zaman aldı ama sonunda o da ikna oldu ve İstanbul’daki hayatını bırakma kararı verdi. Bu işteki başarının ciddi bir kısmını ona atfedebiliriz. O olmasaydı bu denli gönül rahatlığıyla çalışamazdım. Bu işin verimli yapılması için neler öğrenilmesi gerektiğini çıkardım. 7 yıl boyunca gerçekten sıfırdan tıpkı üniversiteye gider gibi yeni bir okul okudum.
“ÜLKEMİZE KARŞI VERİMLİ OLMA MECBURİYETİMİZ VAR”
– Sizi tarım ve hayvancılığa ‘verimlilik arayışı’ ve ‘yapacağınız işte sürdürülebilirliği’ esas almanız itiyor. Günümüzdeki ekonomik kaosları ve gelecek kuşakları göz önüne getirdiğimizde; özelde Türkiye, geneldeyse dünya açısından tarım ve hayvancılığa hangi stratejilerle yaklaşılmalı?
Sürdürülebilirlik kelimesi çok önemli ve esasında verimliliği de içeriyor. Bu iki kavramı çok sık kullanıyor ve bunlara canı gönülden inanıyorum da. Verimsiz ve zarar eden işletme modelini sadece devlet stratejisi ve politikası gereği yüzdürmek Türkiye’ye çok pahalıya patlıyor. Destek çekildiğinde sürdürülemez oldukları görülüyor. Yem girdisinin yarısı dışarıdan ithal ediliyor. Verimsiz bir çiftçi olmayan dövizimizle aldığımız yemi israf etmiş oluyor. Ülkemize karşı verimli olma mecburiyetimiz var.
“BİR YERDEN BAŞLAMAK ZORUNDAYIZ”
Her yatırımın öncesinde kötü senaryoları baz alarak hassas bir şekilde geri dönüş ve maliyet hesaplaması yapmak sürdürülebilirlik açısından çok önemli. Tarımın sürdürülebilir olmaması yurt dışına gıda konusunda bağımlı olmak anlamına gelir. Çünkü yurt dışı her zaman özellikle de ithalat tamamen serbest bırakıldığı taktirde daha ucuz ve cazip gelecektir. Çiftçimizin burada bir sıkıntısı var. Devlet de bunu yaşıyor. Görevdeki Tarım Bakanı da hesap yapıp “Bunu üretmektense yurt dışından ithal edersek çok daha cazip.” diyor. Bu durumun sebebi aslında devlet politikası değil, verimsiz çiftçilik. İnsanlara gıdada yurt dışına bağımlı olmanın ne kadar tehlikeli mefhum olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Bana “Çok eleştirel konuşuyorsun, bu bugünden yarına değişemez.” diyorlar. Öyle bile olsa bir yerden başlamak zorundayız. Devletimiz bir yerden başlamalıyız noktasını hala görüp çözemedi. Sorunu sadece ithalatla çözmeye çalışıyorlar. Halbuki yakın ve Ortadoğu’daki tarımsal üretime en yatkın topraklar, coğrafya ve iklim Türkiye’de. Sürdürülebilir tarımın desteklenip finanse edilmesi ve çiftçinin yüksek verimlilik içeren üretim modelini benimsemesi için ilk aşamada bilgi aşılaması gerekiyor.
“200 MİLYON NÜFUSA GIDA ÜRETEBİLECEK POTANSİYELE SAHİBİZ”
-Açıklamalarınızda dünyadaki tarımsal üretimin, 21’inci Yüzyıl’ın ortalarında belirecek ihtiyacın karşılanabilmesi için yüzde 40 artırılması gerektiğini dile getiriyorsunuz. Bu gereklilik tablosu Türkiye için aynı zamanda müthiş bir ekonomik fırsat, değil mi?
Modern tarım uygulamaları yapan ülkeler arasında verimlilik açısından çok alt sıralardayız. Aslında bu bizim için büyük bir avantaj. Düşük verimliliği artırmak, yüksek verimliliği artırmaktan daha kolay. Yüzölçümümüze göre çok rahatlıkla 200 milyon nüfusa gıda üretebilecek potansiyele sahibiz. Hollanda gibi yaparsak bu daha da artabilir, belki 1 milyar kişiye çıkabilir. Şu anda ülkemizde modern bir bakış açısı ve eğitim bazlı üretim modeliyle çok karlı ve sürdürülebilir tarımsal işletme kurabilme potansiyeli var. Tarım ve hayvancılık uzak mekiği yapmak gibi zor bir meslek de değil. Yerelden çıkan ürünleri tüketme eğilimi de artıyor. Küçük ve aile işletmeler adına markalaşma açısından da bir potansiyel söz konusu. Yüksek katma değerli ürünler üretilebilir.
“SORUN SADECE VERİMSİZLİK DEĞİL, BİLGİSİZLİK DE VAR”
– Türkiye’nin tarım ve hayvancılıktaki bir numaralı sorununun ısrarla verimsizlik olduğunu vurguluyorsunuz. 2009’da başladığınızda sektör hangi durumdaydı?
Türkiye tarımındaki sorun sadece verimsizlik değildi. Ciddi bir bilgisizlik de vardı. İnsanlar hazır yemle hayvan beslemeye alışmışlardı. Bu yem fabrikaları için avantajlı olabilirdi. Ancak çiftçi açısından bakıldığında ciddi bir maliyetti. Bilgi sahibi olunmadığından kendi yemlerini yapmaya cesaret edilemiyordu. Rahata alışılmıştı. Bunu gördüm. Tarımsal üretimde de “şu kadar dekara şu kadar gübre şu tohumdan şu kadar saçılır gibi” babadan dededen görme, önyargılı ve bilimsel dayanağı olmayan modelle ilerleniyordu. Oysa dünyada tarımsal üretimin her adımı dijital olarak kayıt altına alınıp ölçülebiliyor ve analiz edilebiliyordu. Yeni sezona çok daha büyük bir ivmeyle girilebiliyordu. Türk çiftçisi buna hala çok uzak. Bu yüzden eğitim videoları hazırladım.
“YILLARCA VERİMSİZ BİR ÇİFTÇİYİ DESTEKLEDİK”
-Özetle işin temelini bilgilenmeye ve eğitime oturtuyorsunuz. Eğitimli bir çiftçi nesli yetiştirilebilirse verimliliğin ve sürdürülebilirliğin sağlanabileceğinden söz ediyorsunuz…
Burada işe biraz da finansman modeli olarak da bakmak lazım. Psikolojide şöyle bir mefhum vardır: “Hangi davranışı mükafatlandırırsanız, o davranışın sıklığı artar; cezalandırdığınız zaman da o sıklık azalır.” Yıllarca verimsiz bir çiftçiyi destekledik. Dekar bazında ve hayvan sayısına göre destekleme yapıldı. Böyle bir modelde verimliliğin hiçbir önemi yok. Doğrudan gelir desteği tarzı sadece insanların ayakta kalmalarını sağladı. Ne batıldı ne çıkıldı! Temelde bu anlayış yanlış. Biraz yapısal ve radikal değişiklikler gerekiyor. Öncelikle ve acilen küçük ve ortak ölçekli çiftçiler yani tarımın KOBİ’leri finansal yöntemler dahil rehabilite edilmeli. Ne kadar tarlası ya da hayvanı olduğu değil ne yapmak istediği ve bunun nasıl yapılabileceği ön planda olmalı. Projeler finanse edilmeli. Bunun yerine ahırlara seçimden seçime 5’er 10’ar hayvan dağıtılıyor. Sonuçta büyük kısmı ölüyor, kesiliyor. Bir defa alt yapı verilen hayvanlara uygun değil ki, onlara bakılamayacağı aşikâr. Başlanılan yerler hep yanlış olmuş. Şimdi şimdi acaba nerede yanlış yapıldığı sorgulanıyor.
“SÜTTE BLOCK CHAİN UYGULAMASINI HAYATA GEÇİRECEĞİZ”
-Tarımsal uygulamalardaki bilimsel ve teknolojik yenilikler ile gelişmelere uyum sağlayamama probleminin altını çizmektesiniz. Peki siz Bursa Karacabey’deki çiftliğinizde tam olarak neyi başardınız? İleriye dönük neyi hedefliyorsunuz?
Bursa’daki başarımız Bursa’yla sınırlı kalmadı. Genel olarak biz burada hayvancılık adına dünya çapında bazı şeyleri başardık. Burada başardığımız en önemli konu verimlilik. Onun dışında bir de eğer nasip olursa yakın bir zamanda sütte ilk defa “block chain’ (blok zinciri) uygulamasını hayata geçireceğiz. 18 Aralık 2019 tarihinde ürettiğim sütün hangi ineklerden geldiğini biliyoruz. Sağılanıyla sağılmayanıyla bütün sürüde tedavi olanlara hangi ilaçların kullandığı ve hangi prosedürlerin yapıldığı; yedikleri yemin analizinden, tarlada üretilen kısmının tohumuna, tarlada kullanılan gübresine kadar, 52 nesil anne baba öncesine kadar ulaşabildiğimiz müthiş bir veri zincir ağına sahibiz.
“BURASI ASLINDA BİR MATEMATİK FABRİKASI”
Alınan gıdanın dibine kadar takip edilebilirliği mümkün. İneğin tohum haline kadar gidebiliyoruz. Tohumken neydi, şimdi ne? Bu esnada neler oldu? Her şey kayıt altına alınıyor. İyi kayıt girişi çok önemli. Data çöplüğü olmak da bir şey ifade etmiyor. Üniversitede asistanken eğitimini vermekten en çok hoşlandığım ders istatistikti. İstatistik hayatın her anında bizimle yaşıyor. Burası aslında yaşayan matematik fabrikası. Her şey aslında A’dan Z’ye matematikte bitiyor.
“HALKAYI İLK DEFA TAMAMLAYAN İŞLETMEYİZ”
Biz halkayı ilk defa tamamlayan bir işletmeyiz. Hayvanların dışkısından organomineral gübre üretiyoruz. Bunları tarlada yetiştirdiğimiz yemler için gübre olarak kullanıyoruz. O yemlerle hayvanlar besleniyor. Onlardan elde edilen sütü Feyz Süt markasıyla şişeleyip sofranıza ulaştırıyoruz. Bir döngü sağlıyoruz. Enerjimizi de ağırlıkla güneş panellerinden üretiyoruz. Hayvanın dışkısı çevresel bir problem olarak algılanırken bizim için nimet haline geldi.
“ÇOK SAYIDA BUZAĞI ÖLÜMÜ GERÇEKLEŞİYOR”
-Şu anda buzağılarla beraberiz. Hayvan sevgisinin “sadece şehirlerde olduğu gibi kediyi köpeği kucağını alıp beslemek değil aynı zamanda derdini anlatamayan ineklerin buzağıların ihtiyaçlarını ön görmek ve tespit etmek” olduğunu vurgulamaktasınız. Hayvan besiciliğinde buzağılar ve sağımla ilgili kritik detaylar hakkında neler anlatacaksınız?
Buzağı bakımıyla ilgili dededen babadan kalma sistemlerle devam edildiği için yanlış bilgiler söz konusu. Çok sayıda buzağı ölümü gerçekleşiyor. Bu denli buzağı ölümü olmasa ithalat ihtiyacının yarı yarıya azalacağı söyleniyor. Hayvan sevgisi gidip onu okşamak değil. Örneğin kafasını sevmeye çalıştığınızda buzağı rahatsız olup gidecektir. Yanağının sevilmesinden hoşlanırlar bu arada. Derdimiz şu: Eğer bir hayvan ishal olduysa, bunu fark edebilmek. Mümkünse ilaçsız tedavi etmek. Biz keten tohumu kaynatıyoruz. Suyu bu hayvanlarda ishali durduruyor. Tabi bu insanlarda tam tersi etki yapıyor.
“HAYVANIN MUTLU OLUP OLMADIĞINA DA BAKILMALI”
Hayvanın mutlu olup olmadığına da bakmak gerekiyor. Kulaklarının yukarda olup olmadığına koşup zıplayıp oynayıp oynamadığına; burnunda ya da gözünde akıntı var mı, nefes alışında sıkıntı var mı diye bakıyoruz. Bunları her yetiştiricinin yapıyor ve görüyor olması gerek. Buzağılar hasta olduklarında çok hızlı bir şekilde, bir gün içinde geri dönülemez noktaya geliyorlar. Bu yüzden çiftçiler sosyal açıdan zor olsa da boş vakitlerini kahveler yerine ahırında ve tarlasında geçirmeli. Tarımsal üretimde de yetiştirilen yemin kalitesi, hayvanların kaliteli yeme ulaşması gerçekten çok önemli. İhtiyaç duyulan besinlerin ve gübrelerin tamamı bitkiye verilmeli. Mümkün mertebe mantarlardan, haşerelerden ve hastalıklardan ari yetiştirilmeli. Yeter ki hayvanlar rahat edip mutlu olsunlar diye olayın bu iki tarafında da çaba sarf etmekteyiz.
“TEKSTİL FABRİKASI GİBİ DÜŞÜNMEMEK LAZIM”
-Hayvan çiftliklerindeki kadronun uzmanlaşması ve verimli yem için de yeteri kadar ekilebilir toprak olması gerekiyor. Sizinki tarım işletmeleri içinde belirli bir büyüklüğe sahip. Hem hayvan sayısında hem de yem yetiştirilecek arazide asgari ölçek nedir? Küçük işletmeler açısından en doğru model kooperatifçilik mi?
Kooperatifçilik özünde doğru model. Ama teorik olarak. Kooperatiflerin Türkiye’deki başarısızlığı ortada. Çok azı başarılı oldu. Bunun sebebi yanlış yönetim ve yanlış gayeler. “Optimum ölçek nedir?” zor bir soru. 1 ineğe bakılabildiği gibi 50 ineğe de bakılabiliyorsa ancak 51’de çuvallanıyorsa, kaliteden ödün veriliyorsa, hayvanların refahı sağlanamıyorsa 50’de kalınmalı. Her artı ineğe 1 ineğe bakılabildiği gibi bakılabiliyorsa sayı 1000 de olabilir, 3000 de. Bu standart korunabiliyorsa sayı büyüdükçe karlılık da artıyor haliyle. Tekstil fabrikası gibi düşünmemek lazım. Tekstilde sipariş üzerine üretim yapılır. Ama hayvancılıkta talep sürekli olduğu için üretebildiğiniz kadar üretebilirsiniz.
“SOYA EKİMİ TEŞVİK EDİLMELİ”
Yem yetiştirilmesindeki durum da ne kadar teknoloji kullanılabildiğine bağlı. Geçen yıl 5 bin 500 dekarda tarımsal üretim yaptık. Bu sene matematiksel sebeplerle 3000’e indiriyoruz. Strateji gereği tarladan yılda yaz ve kış olmak üzere çift ürün alınması tavsiye edilir. Ancak tek ürün almak daha verimli olabiliyor. Buğday mısır sıralamasıyla ektik hep. Gönlümüzden geçen soya mısır. Soya ekimi teşvik edilmeli. İthal ediyoruz, onlar da GDO’lu. Prensipte GDO’ya karşı değilim. GDO’lu soya istenmiyorsa, o zaman Türkiye’de üretilmesi gerektiğini söylüyorum. İklimimiz son derece müsait. Geçmişte de ekimi vardı zaten. Yetiştirilmemesinin sebebi, satın alma garantisi yok.
“TARIMSAL ÜRETİMDE VADELİ OPSİYON BORSASI ŞART”
Tarımsal üretimin en büyük eksikliği vadeli opsiyon borsasıdır. Buna geçildiğinde Türk tarımı hızlı bir sıçrama yaşayacaktır. Ürünün ekmeden fiyatını bilebileceksin. Bunun ticaretini yapabiliyor olacaksın. Bunun oluşması için çok mücadele veriyorum ancak insanlara anlatmakta zorlanıyorum. Son 7-8 senedir insanlar ehliyet ve liyakat yerine daha çok ahbap-çavuş ve tanıdık ilişkisiyle karar mekanizmasının başına getiriliyor. Borsalar Birliği’nde vadeli opsiyon borsasını gündeme getirdiğimde bizim yönetmeliğimiz buna müsaade etmiyor denildi. Öte yandan bürokraside bir şey yapan her zaman risk altındadır. Kimse de risk almak istemiyor. Risk alanlar cezalandırılıyor.
“TÜSEDAD’IN SİYASİ YÖNÜ YOK, THINK TANK GİBİYİZ”
-Tecrübelerinizi, başarı hikayenizi ve önerilerinizi herkesle paylaşarak Türk tarımına nefes olmaya devam ediyorsunuz. İyileştirme hamleleri için insanlara ulaşmaya çalışıyorsunuz. Ayrıca TÜSEDAD’ın (Tüm Süt Et ve Damızlık Sığır Yetiştiricileri Derneği) Yönetim Kurulu Başkanı’sınız. Biraz da derneğin amaç ve hedeflerinden bahseder misiniz?
Büyük çiftliklerin de normal ölçekteki çiftliklerden çok farklı ihtiyaçları ve sorunları var. Büyük sanayi kuruluşları ile KOBİ’lerde farklı olduğu gibi. Bunları gidermeye çalışan bir dayanışma derneğiyiz. Problem çıktığında iletişim kurup kendi aramızda nasıl çözebileceğimizi konuşuyoruz ve bunları devlete de iletiyoruz. Ama devlet tarafında pek karşılık bulmuyoruz. Nişantaşı çiftçileri ve beyaz Türklerin kurduğu çiftlikler gibi yakıştırmalarla karşılaşıyoruz. Bu önyargılı bakış açısı eğitimsizliği ortaya koyuyor. Bir şekilde mücadelemizi sürdürüyoruz. Doğruları söylemeye gayret ediyoruz. Önceleri Güney Marmara ve Trakya ağırlıklı bir dernekken artık yönetim kurulumuzda İzmir’inden Adana’sına Konya’sına kadar üyelerimiz var. Çünkü her yörenin sıkıntıları da farklılık arz ediyor. Adeta bir tercümanlık görevini yerine getiriyoruz. Hiçbir siyasi yönümüz yok, bizi bir ‘think tank’ gibi düşünebilirsiniz. İşimizle ilgili doğrulara ve söylenmesi gerekenlere odaklanmış durumdayız. Ümit ediyorum ki, ilerde devlet kanalında da çalışmalarımıza bir tık daha fazla önem verilir.
“WEB TABANLI SATIN ALMA PROGRAMI HAZIRLADIK”
Kayıt altında olan, vergi ödeyen, ekonomin çarkları arasında çok ciddi yer tutan işletmecileriz. Türkiye’de sanayiye giden sütün yaklaşık yüzde 10’unu temsil ediyoruz. Diğer çiftliklerin de bizim kalitemizde üretim yapmalarını sağlama misyonumuz var. Daha da büyümeliyiz ve destelenmeliyiz. Şimdiye dek hep niteliğe baktık. Küçük çiftlikleri de onursal üyelik adında çatının altında toplamaya başladık. Web tabanlı satın alma programı hazırladık. Küçükleri dahil bütün üye çiftlikler girip toplu talep oluşturuyorlar. Mesela büyük çiftlik 50, küçüğü 3 ton soya alacak. Hepimiz birleşip aynı anda açık indirmeli ihale sistemiyle 500 ton alıyoruz.
“EĞİTİM ÇİFTLİĞİ KURDUK”
-Aynı zamanda Feyz Akademi’yle eğitim faaliyeti de yapmaktasınız…
Orası çok güzel bir yer ve doğru işler yapılıyor. Sektöre girdiğimizde şöyle bir şeyle karşılaştık. Eğitimli ara elaman aradık ama bulamadık. İşe alınan veterinerin kan almayı dahi bilmediğini fark ettiğimizde ciddi hayal kırıklığı yaşadık. Teori vardı ama pratik yoktu. Her yaz bu çiftlikte stajlarla ve tarımsal üretimde bir eğitim faaliyeti içindeydik. Bu sene itibariyle bir eğitim çiftliği kurduk. Burada daha ziyade diğer çiftliklerdeki çalışanlar işimizle ilgili her konuda haftalık programlar halinde ve sınıf düzeni içinde ücretsiz eğitim alacak. Sadece yemek ve konaklama onlara ait olacak. Hiçbir kar beklentimiz yok. Ayrıca şehirdeki genç insanların yazın gelip iki hafta çiftliğimizde gözlemde bulunabilmesi, hayatı görüp öğrenmesi yönünde talepler geliyordu. Büyük iş makinelerin çalıştığı ve tehlike içeren yapıda bunun sorumluluğunu alamıyorduk. Eğitim çiftliği buranın 10’da biri büyüklüğünde ama her işlemin gerçekleştiği bir yer. Bu tür taleplere de birazcık cevap verebileceğiz.
“HEM ÜRETİCİ HEM DE TÜKETİCİ AÇISINDAN DAHA REALİST BAKABİLMELİYİZ”
Sencer Solakoğlu: “Belgesel filmlerdeki ‘inekler çevreye zarar veriyor’ gibi bilgilerle sınırlı kalan şehirdeki insan bunu pek anlayamayabilir. Bu tür modern işletmelerin verimli olması çok çevreci bir olay. Bir hayvan hayatta kalabilmek için belirli miktarda oksijen tüketiyor. Bu onun hayatta kalma payı. Ondan sonra sütü ve eti üretmek için belirli miktar ek oksijen tüketiyor. Hayvan 1 litre süt verdiğinde hayatta kalma payının tamamını o bir litre sütü üretmek için kullanıyor demektir. Aynı hayvan 40 litre süt verdiğinde hayatta kalma payı olarak kullandığı oksijen ve enerji 40’a bölünüyor. Profesyonel yönetilen çiftliklerde yemin süte ve ete dönüşmesi bakımından çok daha fazla verimlilik elde edilebiliyor. Hayvanlar doğaya zarar veriyor ama bizim de bir şekilde gıdaya ulaşabiliyor olmamız lazım. Esasında çevreye en çok zarar verenler, organik tüketmeyi sevenler ya da otlayan hayvanın eti ve sütü olsun diyenler. Çünkü o hayvanlar en fazla 3, 5, veya 10 kilo süt veriyorlar ve benim hayvanlarımla aynı miktarda yem metabolik enerji tüketiyorlar. Hem tüketici hem de üretici açısından daha realist bakabilmeliyiz.”
“İNEK 10 BİN YILDIR İNSAN ISLAHI ALTINDA”
Sencer Solakoğlu: “Hayvan severlerden ‘dışarıda otlayacakken niye ahırın içinde’ eleştirisi gelmekte. Şu bilinmeli ki inek 10 bin yıldır daha kaliteli et ve süt üretmesi için insan ıslahı altında. Mevcut durumuyla dışarıda barınma şansı yok. Piramidin en altında. Hantal ve çok lezzetli. Her türlü et yırtıcı hayvan ondan nemalanmak istemekte. Islahtan kasıt da çok kaliteli bir anneyle babayı birleştirmek. Günümüzdeki ıslahlar suni tohumlamayla oluyor. Yediği yemi en çok süte değiştiren boğalar bulunuyor. Boğalar ve onun neslinden bütün dişi sığırlar 7 yıl boyunca süt, yağ ve protein verimliliği ile meme ve ayak yapıları açısından takip ediliyor. Haklarında karneler çıkarılıyor, istatistikler tutuluyor. Sahada bununla uğraşan binlerce insan var. Baba adayını sahadan gelen bu bilgilere göre seçiyoruz. Hayvanlar dışarıda kırda otlasalardı muhtemelen yaşamıyor, bu kadar süt veremiyor ve çevreyi de kirletiyor olacaklardı. Bizim baktığımız koşullarda hem hayvanın refahı hem de müthiş yüksek süt verimi sağlanıyor.”
BLOCK CHAIN (BLOK ZİNCİRİ) NEDİR?
Giderek yaygınlaşan ve iş süreçlerinde yerini alan “block chain” teriminin kısa tercümesi blok zinciri. İlk önce bitcoin (sanal, dijital ya da kripto para) konusunda işlerlik kazandı. Block chain; şifrelenmiş verilerin ve işlemlerin takibine yarayan dağınık-dağıtık yapıda bir veri tabanı sistemi. Sistemdeki bilgiler sürekli güncelleniyor, paylaşıma açık ve doğrulanabiliyor. Merkezi sürümü de yok yani hacker saldırısına kapalı.