Bir insanın yaşama hakkına son vermek. Umutlarını, geleceğini bir anda söndürmek…
Giderek nasıl bir topluma dönüştük biz? Sürekli bir alt kimlik arayışı…
“İnsan olmak” yetmez olmuş. Acaba insanlığımızı unuttuğumuz için midir?
Emine Bulut vahşeti, bir kere daha şiddet ve özellikle kadına karşı şiddet konusunu gündeme getirdi. Herkes bir şeyler söylüyor. Toplumun vicdanı örselendi.
Ne kadar eleştirsek de, acaba sosyal medyada o acı görüntüler paylaşılmasa kamuoyu bu kadar reaksiyon verir miydi?
Bence konunun çıkış noktası; kadın erkek, Türk, Kürt, Çerkez, Alevi, Sünni, Müslüman, Musevi, Galatasaraylı, Fenerbahçeli, CHP’li, AKP’li gibi tüm alt kimliklerin fevkalade üstünde “İNSAN olduğumuzu ve bizi birleştiren en büyük paydanın bu olduğunu” hatırlamak.
Ayrışa ayrışa ufalıyoruz, yok oluyoruz. Bunun farkına varmak için daha nelerin olması lazım?
Düşünce yapımızı temelden silkelemeliyiz.
Biz ancak birlikte yükselir birlikte düşeriz.
Zihniyeti önce aileden başlayarak, okullara taşıyarak, hayatın her alanında planlı bir etkileşim ve eğitim anlayışıyla değiştirmeliyiz.
Üst ve temel kimlik olarak insan olmayı kabul ettiğiniz anda o kimliğin iyisi olmak doğal arayışı başlar. Bu iyi ahlakı, faydalı olmayı ve aynı kimliği paylaştığın tüm insanlığı ortak paydalarda kucaklayabilmeyi doğuracaktır. Yaratılanı sevmek, yaratandan ötürü sevmek, her koşulda sebebi ne olursa olsun sevmek…
Liderlerimiz, söylemlerine dikkat etmeli. Yargı ve kolluk kuvvetleri tüm yoğunluklarına rağmen, İstanbul Sözleşmesi ve şiddete yönelik koruma mevzuatını ödün vermeden uygulamalı.
Bozulan ekonominin bireylerde, ilişkilerde ve yarına dair umutlarda sebep olduğu erozyon da asla unutulmamalı. Son yıllarda artan şiddet eylemlerinin bir sebebi de bence “yarına olan umutsuzluğumuz”.
Emine Bulut gerçeğinin bir sembol olarak hep aklımızda olması ve bize kaybettiğimiz insanlığımızı yeniden hatırlatması temennisiyle…
S. ŞEFİK KEMALİ SÖYLEMEZOĞLU